Demokrasi Mücadelesi Ekmek Mücadelemizden Ayrı Değil

Demokrasi Mücadelesi Ekmek Mücadelemizden Ayrı Değil

Türk-İş gibi Türkiye işçi sınıfının önemli örgütlerinden birisi kongresini gerçekleştirdiği süreçte dünyada olduğu gibi ülkemizde de işçi sınıfı, emekçi sınıfların zor bir dönemden geçtiğimiz bir süreçte bu kongrenizi gerçekleştiriyorsunuz. Ortadoğu’da enerji kaynaklarının yarattığı paylaşım kavgaların ortasında zor bir dönemden geçiyoruz. Bu kavgaların yarattığı sonuçları hep birlikte yaşıyoruz. Ülkenin dört bir yanında Diyarbakır’dan Suruç’una Ankara’sına kadar hiçbir yer güvenli değil. Sadece Türkiye’de değil, bu Ortadoğu’daki çatışmanın, Ortadoğu’daki bu paylaşım kavgasının yarattığı savaşların sonuçlarını bütün bir dünya yaşıyor. Ankara’dan Paris’e dünyanın hiçbir yeri güvenli değil.

Sevgili arkadaşlar,

Bu paylaşım savaşlarının sonucunda yaratılan bir göç dalgasının da sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz. Bu göç dalgasının sonuçlarını sadece basına düşen o dramatik görüntüsüyle değil, ya da insanlık tarihine utanç verecek görüntülerle değil. İşçi sınıfı olarak da bunun sonucunu birinci dereceden yaşıyoruz. Karşımıza bu göçmen işçilik kavramını getirdi ve işçi sınıfı içerisinde bir rekabeti de körükleyen bir sonucu hep beraber yaşıyoruz. Bu nedenle de Türkiye işçi sınıfı hem insanlık adına bu savaşın durdurulması ve barışın tesis edilmesi için hem de sınıfın olabilecek rekabetçi ortamın son bulması için ve sınıfın hak kayıplarının son bulması için bu savaş politikalarına karşı Türkiye devletinin, Türkiye sisteminin bu savaş politikalarından uzak durması için mücadele etmek gibi bir görev ve sorumlulukla karşı karşıyayız.

Türkiye işçi sınıfı olarak sadece dış politikadan birinci derecede etkilenmiyoruz. İşte bakın, sabahtan beri Türkiye’nin ekonomisine dair Cumhurbaşkanı’ndan çeşitli konuşma yapan siyasi parti temsilcilerine kadar epey bir vurgu yapan oldu. Türkiye’nin ekonomisinin iyiye gittiğine dair ve Türkiye’nin ekonomisinin büyüdüğüne dair vurgular yapıldı. Bu Türkiye ekonomisini büyüten güçlerin, hangi güçler olduğu hepimizin malumu. Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, alınteri ve kanı, canı pahasına çalıştırılmakta ve Türkiye’nin ekonomisine katkı sağlamaktadır. Oysa bu ekonominin çıktılarından faydalanan ya da bu ekonominin çıktılarından faydalanan bir işçi sınıfı yer almamaktadır. Yoksulluğuna bakalım Türkiye işçi sınıfının. Bugün açlık sınırının çok altında bir asgari ücrete mahkum edilmiş durumda. Şimdi hükümet 1300 lira olarak vaat ettiği asgari ücreti uygulamaya koyuyor. Ama ne pahasına uygulamaya koyuyor? Alt sınırı, evet, 1300 lira olarak vereceğiz diyorlar ama patronlar bunun maliyetine katlanmak istemiyorlar. Yine işçi sınıfının yarattığı değerler üzerinden birikim sağlanan işsizlik fonundan çeşitli bölümleri karşılanmak üzere 1300 lira asgari ücreti gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bugün işçiler işten atılma tehdidiyle karşı karşıyalar. Acaba asgari ücret 1300 lira olursa işten atılır mıyım korkusu yaşamaktadırlar. Nedir o zaman bizi bu korkuya sevk eden şey? Sadece bu alanda mıdır yaşadığımız sorunlar?

Bakın işte, hem ücretimiz yetmediği gibi çoluğumuza çocuğumuza üç kuruş harçlık verememenin utancını yaşarken aynı zamanda bu ayın sonuna kadar bu işyerinde çalışabilecek miyizin kaygısı ve korkusunu yaşıyoruz. Yani bir taraftan işten atmalar, sınırsız bir şekilde uygulanırken; diğer taraftan sabah işine giden bir işçinin akşam evine sağ döneceğinin bir garantisi yoktur. Yani iş cinayetleri bugün adeta bir işçi kırımına dönüşmüş durumdadır. Örgütlenme alanında da bugün konuşmalarda ifade edildi, 15-20 milyon işçinin içerisinde bir buçuk   milyon örgütlülük, kabul edilebilir gibi değil. Ancak kabul edilebilir gibi olmamasının gerekçeleri nelerdir? Bugün işte burada çeşitli alanlarda mücadele ederken karşılaştığımız sendika başkanları, şube yöneticisi arkadaşlarımız var. Ne zaman örgütlenmeye bir alana gitseler, örgütledikleri işçiler patron tarafından hemen kapı önüne konuluyor. Peki Çalışma Bakanı, hükümet yetkilileri buralardan konuşuyorlar. İşçilerin işten atılmaması için yaptırım uygulama konusunda bir hazırlıkları var mıdır? Bütün bunlara dair vereceğimiz cevabın hayır olduğunu hepimiz de biliyoruz.

Karşı karşıya kaldığımız sorunlar, çalışma hayatında, ekonomide, dış politikada, siyasal yaşamda, işçi sınıfı ve emekçilerin yaşadığı sorunlar çok açık. Bütün bunların karşısında cevap olabilmesi için bir defa öncelikle işçi sınıfının birlik içerisinde olması gerekiyor. Şunu çok açık gözlemliyoruz biz; bu hem ülkemizde kutuplaşma siyasetinin hem Ortadoğu’daki savaş siyasetinin ülkemize yansımasının bir sonucu olarak bugün işçiler çay molalarında bile yanyana gelir durumdan uzaklaşmış vaziyetteler. Yani işçilerin kimliği düşüncesi inancı felsefi görüşleri dünya görüşleri kendi aralarındaki ayrımı körüklemektedir. Oysa bu suni ayrılıkları bir kenara bırakarak işçi sınıfının birliğini sağlamamız gerekiyor. Çünkü aynı bant başında, aynı üretim sektöründe çalışırken kimse bizim Alevi mi, Türk mü, Sunni mi, Arap mı, Kürt mü olduğumuzu, kadın mı erkek mi olduğumuzu sormuyor. Bu sömürü düzeninin, bu sömürü çarklarının içerisinde nasıl ki hep beraber eziliyorsak ve bu çarkları hep birlikte emeğimizle çeviriyorsak, bu çarkların arasından çıkan değerlere sahip olma, bu değerlerden pay alma mücadelesinin hep beraber vermemiz gerekiyor. Sadece kendi içimizdeki birliği sağlamamız yetmiyor, göçmen işçilik konusunda karşımıza dayatılan kutuplaşma ve kamplaşmaya ve ırkçı şoven dalgaya karşı da bizim göçmen işçi kardeşlerimizle bu birliği sağlamamız gerekiyor.

Şu çok açık. Bu savaşçı düzenden, bu sömürücü düzenden kurtulabilmenin yegane yolu vardır. Birliğimizin yanı sıra demokrasi mücadelesi, birliğimizin yanı sıra ekonomik ve sosyal haklarımız için mücadelenin yanı sıra siyasal haklar için de mücadele. Demokratik bir Türkiye mücadelesi bizim ekmek mücadelemizden ayrı değildir. Eğer demokratik bir Türkiye’den bahsedeceksek şayet, bunun temel koşullarından birisi de işçi sınıfının, emekçi sınıfların hak ve özgürlüklerini kullanabilmesinin koşullarının yaratılmış olmasının güvence altına alınmış olmasına bağlıdır. Bu nedenle işçi sınıfının, emekçi sınıfların örgütlenme özgürlüğünün, siyaset hakkının, grev hakkının, toplusözleşme hakkının güvence altına alındığı demokratik bir Türkiye mücadelesi bugün işçi sınıfının da mücadelesi olmak zorunda.

Yine demokratik bir Türkiye mücadelesinin önemli unsurlarından birisi gerçek laiklik ve inanç özgürlüğüdür, basın-ifade özgürlüğüdür. Toplu gösteri ve yürüyüş haklarının güvence altına alınmasıdır. Kürt sorununun demokratik çözümünün sağlanmış olmasıdır. Bütün bunlar demokratik Türkiye mücadelemizin temel unsurlarıdır ve bu mücadelenin de Türkiye işçi sınıfı bir bileşeni, bir tarafı olmak durumunda. Bunu sağlarken de diğer demokrasi güçleriyle, halk güçleriyle birliğini sağlamak ve buradan geleceğimizi güvence altına almak zorundayız. Ülkemizin geleceği evet hepimizin geleceği. Ancak burada birlik dedikleri şey, milli birlik, milli beraberlik dedikleri şey işte Ortadoğu’da haramiler savaşının tarafı olmak demektir. Biz diyoruz ki, bu haramiler savaşının bir tarafı olmak değil, gerçekten işçi sınıfının kendi içerisindeki birliğini sağlayarak, diğer sınıf kardeşlerimizle dayanışma içerisinde ülkemizin geleceğini karartacak politikalara karşı ortak mücadele etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Ben dünyayı yaratan bir sınıfın kendi geleceğini kuracağına olan inancımla, işçi sınıfının ve emekçilerin kazanacağına olan inancımla, emekçi sınıfların demokrasi güçleriyle, halk güçleriyle, barış güçleriyle ortak mücadelesinin kazanacağına olan inancımla hepinizi selamlıyor, kongrenize başarılar diliyorum.

Genel Başkanımız Selma Gürkan, Türk-İş Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma

 

Paylaş: