Emek Partisi Genel Yönetim Kurulundan çağrı : Savaş Politikalarına ve Faşizme Geçit Yok!

Emek Partisi Genel Yönetim Kurulundan çağrı : Savaş Politikalarına ve Faşizme Geçit Yok!

7 Haziran seçiminin sonuçlarını tanımayan ve değiştirmek için savaşı tırmandıran Erdoğan-AKP yönetimi, “parlamentoyu bekleme odasına” almış, Anayasayı tanımadığını, yasalara uyulmaması gerektiğini açıkça ilan etmiştir. Türkiye hızla, demokratik hak ve özgürlüklerin ve laiklik kırıntılarının da yok edildiği, iç savaşın, toplu katliamlara yol açan terör eylemlerinin ve Orta Çağ gericiliği ile faşizmin sarmalında karanlık bir döneme doğru sürükleniyor.

EN TEMEL ÖZGÜRLÜKLER SALDIRI ALTINDADIR

İfade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere sınırlı temel hak ve özgürlükler saldırı altındadır. Muhalif siyasiler, vatandaşlar düşüncelerini açıkladığı için kovuşturulmaktadır. Sadece düşüncelerini açıkladıkları için akademisyenler, bilim adamları, sanatçılar, aydınlar ülkeye ihanet etmek ve teröre destek olmakla suçlanmakta, işten atılmakta, kovuşturmalara uğramakta, baskı ve terörle sindirilmeye çalışılmaktadır. “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla hakkında soruşturma açılanların sayısı artık binlerle ifade edilmektedir.

Yazılı ve görsel basın, tarihinde görülmemiş biçimde, ekonomik kuşatma, kayyıma devretme, tehdit, şiddet ve “yargı” yoluyla sindirilmeye çalışılmaktadır. Sadece gerçekleri haber olarak verdikleri için gazeteciler vatana ihanetle, teröre destek olmakla suçlanıp tutuklanmakta, tüm basın-yayın organları farklı düzeylerde de olsa oto-sansür uygulamaktadır. Halkın gerçekleri bilme, öğrenme hakkı alabildiğine sınırlanmaktadır.

Toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkı keyfi uygulamalarla engellenmekte, ezilen ve sömürülen sınıfların, baskı altındaki azınlık ulusal ve dini toplulukların ve mezheplerin her türlü hak arayışları baskı ve terörle bastırılmaktadır. TBMM Başkanı inanç özgürlüğü ve bilimsel eğitimin temeli olan laikliğin anayasadan çıkarılmasını isteyebilmektedir.

Tüm bunlara işçilerin ve tüm emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarını daha da ağırlaştıran, sömürü ve baskıyı yoğunlaştıran saldırılar eşlik etmektedir. ‘Kiralık işçilik ve özel istihdam büroları’ yasasını çıkaran hükümet, taşeron çalışmayı kaldırmak bir yana bunun zeminini genişleten ve koşullarını ağırlaştıran yasal düzenlemeler yaptı. Kıdem tazminatının tasfiyesi, kamu emekçilerinin güvenceli çalışmasının ortadan kaldırılması gibi yeni saldırılar için en uygun an kollanmaktadır. İşçilerin, tüm emekçilerin örgütlenmeye, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesine, doğanın ve çevrenin korunmasına yönelik tüm girişimlerine ve mücadelelerine yanıt, artan işten atmalar, yoğunlaşan baskı ve terör olmaktadır. Kamu emekçilerinin yanı sıra sanayinin pek çok sektöründe çalışan işçilere grev ve toplu sözleşme hakkı tanınmamaktadır. Sınırlı grev ve toplu sözleşme hakkının kullanılması da, kapitalistlerin baskı ve tehditlerinin yanı sıra, polisin doğrudan müdahaleleri, hiçbir yasal dayanağı bulunmayan keyfi yasaklamalarla daha da sınırlanmaktadır.

LAİKLİK AÇIKÇA HEDEFE KONMUŞTUR

Erdoğan-AKP yönetimi son yıllarda giderek artan biçimde, Türkiye toplumunun laiklik, modern yaşam, kadınların eşitlik mücadelesinin sınırlı kazanımları ve insan haklarına savaş açmıştır. İlkokuldan üniversiteye kadar tüm eğitim sistemini laik kazanımlardan arındırmakta, faşizmin ve Orta Çağ gericiliğinin gelenek ve normlarına göre yeniden düzenlemektedir.

“Sıbyan okulları”, Kur’an kursları açılmasını teşvik ederek, dini amaçlı vakıfları, dernekleri, Diyanet İşleri Başkanlığını, milli eğitimin asil unsurları olarak görevlendirerek eğitimin “IŞİD’ci nesiller yetiştirilmesi”ne yol verecek biçimde yeniden yeniden örgütlenmektedir. Laik yaşam değerlerinin itibarsızlaştırılması, bilimin reddedilmesi, üniversitelerin “milli ve yerli üniversiteler” olarak yeniden biçimlendirilmesi için her gün yeni adımlar atılmaktadır.

BARIŞ TALEP EDENLER TERÖRİST İLAN EDİLMEKTEDİR

Ülkenin bir yarısı aylardır iç savaş koşullarındadır. Kürt halkının talepleri yok sayılmakta, kentlerde haftalarca, aylarca süren sokağa çıkma yasaklı asker-polis operasyonları yürütülmekte, kentler, mahalleler tank ve top atışlarıyla yıkılmaktadır. Uluslararası anlaşmalarla belirlenen savaş hukuku ayaklar altına alınmakta, toplu katliamlar yapılmaktadır. Sivillerin, kadınların, çocukların cesetleri sokaklardan çürümeye terk edilmektedir.

Kürt sorununu savaş ve şiddetle çözme politikası, Kürt halkını tarifsiz acılarla karşı karşıya bırakırken batıdaki halkın barış, kardeşlik, özgürlük ve demokrasi talepleri de “şehit cenazeleri” “bayrak”, “millet”, “kan” istismarcılığı kıskacında boğulmak istenmektedir. “Barış”, “özgürlük”, “demokrasi”, “öz yönetim”, “Kürtlerin hakları” diyenler “terörist”, “terörist destekçisi” ilan edilmektedir.

Rojava kantonlarının kurulmasıyla birlikte ‘çözüm masasının’ devrilmesi ve bölge haritasının yeniden çizilmesi, Türkiye’nin iç politikasıyla, dış politikasını dolaysız bir biçimde birbirine bağladı.
Erdoğan ve AKP hükümetinin yönetimindeki Türkiye, önce Irak ardından Suriye örneklerinde de açıkça görüleceği gibi Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezme ve kazanımlarını yok etmeyi merkezine alan, dinci-mezhepçi saldırgan bir dış politika izlemekte, askeri müdahalelere hazırlanmaktadır. Özellikle emperyalistler arası paylaşım mücadelesinin şiddetlendiği Orta Doğu’da, Türkiye, en gerici güçleri desteklemekte, Suudi Arabistan, Katar gibi bölge ülkeleriyle ilişkiler geliştirmeye ve ittifaklar oluşturmaya yönelmektedir. Bu saldırgan gerici dış politika emperyalist devletlerin stratejik ve taktik planları ve tercihleriyle uyumsuzluk gösterdiğinde kırılmalara uğramasına karşın, ABD ve diğer batılı emperyalistlerin stratejik ve taktik yönelimleri gözetilerek yenilenmeye ve ısrarla uygulanmaya çalışılmaktadır. İçte ve dışta izlenen saldırgan gerici politikanın sonuçlarından biri de; ordunun ülke politik yaşamındaki ağırlığının artması, militarizmin gelişmesi, devlet bütçesinden silahlanma ve savaş harcamalarına ayrılan bölümün büyümesi ve bunun tüm yükünün de halkın sırtına yıkılması olmaktadır.

Hükümet, bölgedeki çatışmalarda açıkça taraf olmakta, komşu ülkelerin iç işlerine doğrudan müdahale etmekte, ülkemiz emperyalist ve iş birlikçi yerli gerici klikler arasında süren çatışmaların girdabındaki Orta Doğu’da savaş bataklığına daha çok çekilmekte ve bu çatışmaların bir unsuru olmaktadır. Türkiye İŞİD, el Kaide gibi cihatist terör örgütlerinin yuvalandığı, Suruç, Ankara örneklerinde de açıkça görüleceği gibi katliamlara yol açan terör eylemlerini gerçekleştirdikleri, roket ve füzelerle zaman zaman saldırdıkları ülkelerden biri haline geldi.

“İçeride ve dışarıda savaş politikası” sadece ülkeyi dış dünyada yalnızlaştırmakla kalmamakta, ülke ekonomisini de vurmaktadır. Bu politikalar, turizmden tarıma, lojistikten gıdaya çeşitli sektörlerde milyonlarca işçiyi işsizliğe, küçük ve orta üretici köylülüğü yoksulluğa, iflasa mahkum eden sonuçlara yol açmaktadır.

HER ŞEY TEK PARTİ TEK LİDER FAŞİZMİ İÇİN!
Erdoğan-AKP yönetiminin amacının dinin toplum hayatının her zerresine kadar sızdırıldığı; toplumsal, siyasal, ideolojik değerlerin “yerli ve milli normlar” ışığında yeniden içeriklendirildiği bir “muhafazakar toplum” planını hayata geçirmek olduğu artık tartışılmaz biçimde ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Bu toplum tasarımının omurgasını faşizmin tipik “tek parti tek lider” rejimi oluşturmaktadır. Yeni bir anayasa böyle bir toplumun inşasına dayanak olacak bir içerikte hazırlanmakta, “başkanlık sistemi” de bu toplum planı piramidinin “kilit taşı” olarak gündeme getirilmektedir.

Erdoğan ve hükümeti, iktidara geldiğinden bu yana, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarının, emperyalist devletlerin ve tekellerin tüm istemlerini hızla hayata geçirdi ve öngördükleri önlemleri aldı. Ülke ekonomisi açısından önem taşıyan devlet işletmeleri, arsa ve topraklar özelleştirilerek, emperyalist ve iş birlikçi tekellere peşkeş çekilirken, ekonomi onların tercihleri doğrultusunda yapılandırıldı. Emperyalist ve iş birlikçi tekellerin ve büyük toprak sahiplerinin sınırsız ve engelsiz bir biçimde ülkenin yer altı ve yer üstü tüm kaynaklarını yağmalaması ve emekçileri sömürmesinin tüm koşulları eksiksiz ve hızla yerine getirildi. Erdoğan ve AKP hükümetlerinin bu yağma ve sömürü düzeni ile dün olduğu gibi bugün de hiç bir sorunu yok ve yarında olmayacak. Bu nedenle onların bu güne kadar attıkları hiç bir adım “yerli ve milli” olmadığı gibi bundan sonra da olmayacak. Onların “muhafazakar toplum”u, emperyalist ve iş birlikçi tekellerin ve büyük toprak sahiplerinin egemen olduğu bir toplum, kurmaya çalıştıkları politik rejim ise Orta Çağ gericiliğinin de bir bileşkesi olduğu tipik bir faşist rejim olacaktır.

TOPYEKÛN SALDIRIYA KARŞI TOPYEKÛN MÜCADELE!

Yaşananlar açıkça göstermektedir ki Erdoğan-AKP yönetimi, sadece toplumun bir kesimini hedef almamaktadır. Bu yönetim cinsiyeti, etnik kökeni, dini ve mezhebi ne olursa olsun ülkenin en ücra köşesindeki köylülerden organize sanayi bölgelerinde yoğunlaşmış işçilere, aydınlardan bilim-kültür insanlarına kadar hak talep eden, özgürlük isteyen, bağımsız, demokratik ve laik bir Türkiye talebinde bulunan her kesimi sindirmek, ezmek için harekete geçmiş bulunmaktadır.

Bu gerçekten hareketle partimiz; ülkemizin özgürlük isteyen, demokrasi isteyen, halkların eşit ve özgür birliğini sağlayacak bağımsız, demokratik ve laik bir Türkiye isteyen tüm güçlerini, baskı ve sömürü altında olan tüm ezilen ve sömürülen kitleleri faşist “tek parti, tek lider” rejimi oluşturma çabalarına karşı ortak mücadeleye çağırmaktadır. Partimiz; bu doğrultudaki her girişimi destekleyecek, çeşitli alanlarda süren mücadelelerin dayanışması ve birleşmesi için üstüne düşenleri yerine getirmek için elindeki her imkanı kullanacaktır.

Bu amaçla partimiz; tüm işçileri, emekçileri, halklarımızı bağımsız,demokratik, laik bir Türkiye için öncelikle aşağıdaki talepler etrafında birleşmeye ve mücadele etmeye çağırmaktadır:

– Basın-yayın ve haberleşme özgürlüğünün önündeki tüm yasal ve kurumsal engellerin kaldırılması, düşünceyi tüm araçları kullanarak açıklama ve yayma özgürlüğü.

– Irkçı faşist örgütlenmelerin yasaklanması.
– Lokavtın yasaklanması, işçi ve emekçilerin sendikal örgütlenmelerinin önündeki engellerin kaldırılması, sınırsız grev ve toplu sözleşme hakkı.

– Kadınların tam hak eşitliğinin sağlanması. Cinsiyet eşitliğinin toplumsal yaşamın her alanında temel bir ilke olarak kabul edilmesi.

– Dinin devletten, eğitim ve okulun dinden ayrılması. Eğitim alanı dahil devletin tüm dinsel kurumlarının feshi ve gerçek bir inanç özgürlüğünün sağlanması.

– Eğitimin demokratik, laik, bilimsel, ana dilinde ve parasız bir temelde yeniden düzenlenmesi.
– Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için silahların susturulması. Bütün azınlık ve ulusal topluluklar için hak eşitliğinin sağlanması.
– Halka karşı suç işleyen, bu suçlara göz yuman tüm görevlilerin yargılanması.

– Devletin ‘terörle mücadele’ adı altında sürdürdüğü uygulamalardan zarar gören halkın zararlarının tazmin edilmesi,

– Tüm yurttaşlara sigorta ve emeklilik hakkı.
– Yağmalanması önlemmiş, yaşayan ve yaşanabilir bir doğa. Çevre, beslenme ve enerji alanında kâra değil, insan sağlığına ve ekolojik dengenin gözetilmesine öncelik verilmesi.
– Emekçi köylülerin tarım politikalarının belirlenmesine katılması ve tekeller karşısında korunması.
– Seçim ve siyasal partiler yasasının demokratikleştirilmesi, seçim barajının kaldırılması.
– Başta komşu ülkeler olmak üzere tüm ülkelerle, ulusal bağımsızlık ve egemenliğe saygı, eşitlik, karşılıklı yarar ve iç işlerine karışmama temelinde ilişkilerin kurulması. Bununla çelişen ikili ve çok yönlü tüm anlaşmaların iptal edilmesi.

– NATO’dan çıkılması, ülkedeki tüm yabancı askeri üslerin kapatılması.

-Ülke dışındaki tüm askeri güçlerin derhal geri çekilmesi ve sınır ötesine asker göndermenin yasaklanması.

 EMEK PARTİSİ
GENEL YÖNETİM KURULU

Paylaş: