Enternasyonal komünizmin tarihsel anlamı

Enternasyonal komünizmin tarihsel anlamı

Komünizm, şu ya da bu dâhinin bir tasarımı, projesi değildir. Marx ve Engels’e göre, komünizm “gerçek hareket”tir: “Komünizm, bizce, oluşturulması gereken bir durum, gerçekliğin kendisini uydurmak zorunda olduğu bir ideal değildir. Günümüzdeki durumu ortadan kaldıran gerçek hareketi komünizm olarak adlandırıyoruz. Bu hareketin koşulları, bugün mevcut olan öncüllerden doğmaktadır.”[1] Engels daha sonraları, Komünistler Birliği’nin tarihini anlatırken, Marksizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, komünizm denilince ne anlaşıldığını şöyle özetler: “Artık komünizm denilince, bir imgeleme çabasıyla, olabildiğince yetkin bir toplumsal ülkünün kurulması değil, ama proletarya tarafından yürütülen savaşımın doğasının, koşullarının ve upuygun genel ereklerinin kavranması anlaşılıyordu.”[2]

Komünizmin gerçek hareket olarak kavranması hususu, onun bilimselliği bakımından da son derece önemlidir. Engels örneğin, Proudhon ile farklarının altını çizerken, bu hususa özellikle dikkat çeker. “‘Biz” der, “ekonomik ilişkileri oldukları ve geliştikleri gibi açıklar ve bu gelişmelerinin aynı zamanda sosyal bir devrimin unsurlarının gelişmesi olduğu kanıtını ekonomik olarak ortaya koyarken; Proudhon, kapitalist toplumdan, kendi ekonomik gelişmesinin yasalarına göre değil de, adaletin buyruklarına göre kendisini değiştirmesini talep ediyordu. Bizim kanıtladığımız yerde, Proudhon vaaz veriyordu.”[3]

Demek oluyor ki, komünizm ve onun birinci aşaması olarak sosyalizm, bir dâhiye ayan olan ulvi bir tasarım değil, tersine mevcut maddi ilişkilerce konulmuş tarihsel bir görevdir. O, bu nedenle, kapitalizmin üstesinden gelemediği çelişkilerinin somut çözümüdür. Kapitalizmin, fikren şöyle veya böyle ya da herhangi bir şekilde bir yadsıması değil, belirli bir yadsımasıdır. Soyut bir zorunluluk değil, tersine, gerçekleşmesinin maddi önkoşulları fiilen mevcut olduğu için tarihsel bir zorunluluktur.

Soyut teorik bir ilke üzerine kurulu bir doktrin olmayan komünizm, toplumsal üretimin tarihsel eğiliminin doğrultusudur. Engels, komünizmin maddi yaşamdaki karşılığıyla ilgili şunlara dikkat çeker: “Komünizm; büyük sanayi ve onun sonuçlarından; dünya pazarının teşekkülünden ve onunla birlikte mevcut olan engelsiz rekabetten; giderek daha şiddetlenen ve genelleşen ticari krizlerden – ki bunlar daha şimdiden tam dünya pazarı krizlerine dönüşmüş bulunuyorlar-; proletaryanın yaratılmasından, sermayenin yoğunlaşmasından ve buradan türeyen proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesinden ortaya çıkmıştır. Teorik olduğu yerde komünizm, proletaryanın bu mücadeledeki pozisyonun teorik ifadesi ve proletaryanın kurtuluşunun koşullarının teorik özetidir.”[4]

Kısacası, işçi sınıfının amaçladığı “sosyal dönüşüm”, “mevcut sistemin kendisinin zorunlu, tarihsel, kaçınılmaz ürünüdür” (Marx). Dolayısıyla temeli ve zorunluluğu, ilk büyük tarihsel yenilgisiyle birlikte ortadan kalkmış olamaz, çünkü varlığı itibariyle ona gebe olan kapitalist üretim tarzı ortadan kalkmış değildir. Bu nedenle sosyalizm, kapitalizm var oldukça, tarihin gündemindedir.

ZAFERİN DİYALEKTİĞİ

Burjuvazi, büyük sanayi, dünya pazarı ve dünya ticareti temeli üzerinde yükselirken, karşıt sınıfı olan proletaryayı da dünya ölçeğinde geliştirmektedir. Sanayi devriminin doğrudan toplumsal ürünü olan işçi sınıfı, kapitalizm geliştikçe; dünya ölçeğinde gelişen, çoğalan, birleşen ve güçlenen bir sınıftır.

İşçi sınıfı, sadece her kapitalist ülkede var olması anlamında uluslararası bir sınıf değildir; her bir ülkedeki varlığı dünya pazarı üzerinden koşullanmış olmasıyla ve kaderinin de böylelikle bir dünya kaderi olması itibarıyla evrensel bir sınıftır da aynı zamanda. “Demek ki proletarya yalnızca evrensel-tarihsel olarak var olabilir, tıpkı onun eyleminin, komünizmin, yalnızca ‘evrensel-tarihsel’ bir varlık olarak mevcut olabileceği gibi.”[5]

Halkların karşılıklı bağımlılıklarına dayanan bir dünya pazarı ve onun gerektirdiği ulaşım ve iletişim araçları, (işçi sınıfı ve bilimin kendisi başta olmak üzere) modern üretici güçlerin devasa gelişimi; bilindiği gibi, kapitalizmin azami kâr dürtüsüyle yaratmakta olduğu bu ilişki ve olgular, aynı zamanda komünizmin maddi önkoşullarının ana unsurlarıdır. Bunlar, tam da Marx’ın, insanların, kendileri için yeni bir dünyayı kurarken yaslanacaklarını söylediği, çökmekte olan dünyalarının “tarihsel kazanımları”nın en başta gelenleridir.

Peki, işçi sınıfının aslında geçen yüzyılın 50’li yıllarının sonlarında kaydettiği yenilgisinin 1989-91 yıllarında politik olarak açığa çıkmasından bu yana, komünizmin maddi önkoşulları açısından kapitalist dünya ne yönde ilerledi? Bu bağlamda, uluslararası sermaye sözcülerinin zafer naraları eşliğindeki “küreselleşme” propagandalarını hatırlamamak mümkün değil. Ve sadece propaganda da değil; “küreselleşme” furyasıyla birlikte işçi sınıfına ve halklara karşı başlatılan sosyal saldırılar, alınan ekonomik-politik karar ve uygulamalar, ulusal ekonomilerdeki yapısal yeni düzenlemeler… Ama sonuçta ne oldu? Geçici zaferle bir furyaya dönüşen “küreselleşme hamleleri”, bu süreç içerisinde en geri kapitalist ülkeleri bile bir adım daha sosyalizme yaklaştırmadı mı? Günümüz dünyası, hızla yayılan kapitalist ilişkiler sonucunda, bugün çok daha fazla sosyalizme hazır hale gelmiş değil mi? Ekim Devrimi gerçekleştiğinde, sadece Batı Avrupa’nın ileri ülkeleri ile Kuzey Amerika olgunlaşmış haliyle sosyalizme hazırdı!

Bugün ise tarihte ilk defa işçi sınıfının büyük çoğunluğu, Batı Avrupa ile Kuzey Amerika’nın dışında yaşamaktadır. Başta Asya olmak üzere, dünyanın pek çok bölgesinde gelişen ve yayılan kapitalist sömürü ilişkileri nedeniyle, işçi sınıfının ordusu hızla büyümüştür. Haliyle işçi sınıfı, burjuvazinin zaferinden bu yana, çok daha uluslararası ve evrensel bir konuma sahiptir. Güney Koreli işçi ile Güney Afrikalı işçiyi, Brezilyalı işçi ile Türkiyeli işçiyi ve bu ülkelerin işçilerini emperyalist ülkelerin işçileriyle; iş kültürü, yaşam tarzı/koşulları ve dünyaya bakış bakımından birleştiren maddi ilişkiler, özellikle son 20-25 yıl içerisinde olağanüstü bir düzeyde gelişmiştir. Zaferi izleyen emperyalist kapitalist yayılma, dünya işçilerinin sömürü ilişkilerini daha fazla birbirine bağlaması ve benzeştirmesi suretiyle, aslında safları da netleştirmiştir.

Öte yandan; bilindiği üzere, dünya pazarının teşekkül etmesiyle birlikte, kapitalist ekonomi artık bir dünya ekonomisidir. Bu olgu tarafınca belirlenmiş (bir dünya ekonomisinin tek tek halkaları olarak) kapitalist ülke ekonomilerinin genel gelişme doğrultusu çizilidir: Kapitalist üretim uluslararası bir işbölümü temelinde giderek iç içe geçmekte, bütünleşmektedir. Emperyalist devletler arası hegemonya mücadeleleri ve dünya savaşları, işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki sınıf mücadeleleri ve buna bağlı olarak kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadele, kapitalist ülke ekonomilerinin bu genel gelişme doğrultusunda, duruma göre, hızlandırıcı ya da yavaşlatıcı bir rol oynayabilir. Ancak yapısının doğasındaki genel gelişme yönünü değiştiremezler. Başka bir ifadeyle, bugünkü dünya ekonomisi, tarihte hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş kapitalist ülke ekonomilerinden meydana gelmektedir. Ve unutmamak lazım ki, bu iç içe geçme süreci, başta bilim ve teknik olmak üzere üretici güçlerdeki gelişmenin yanı sıra, genel olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasında (sosyalist kampa karşı) ve özel olarak da “komünizm üzerindeki zaferin” ardından tetiklenen “küreselleşme” furyasıyla birlikte olağanüstü bir hız kaydetmiştir.

Son 20 yılda dünya ekonomisinde oldukça yayılıp artan diğer bir olgu da serbest ticaret bölge ve anlaşmalarıdır. İç içe geçmiş bir dünya ekonomisi koşullarında, kartelleşmenin, şirketlerden öteye, ülke ekonomileri temelinde gerçekleşmesi… “Açık pazar” koşullarında himayeciliğin ekonomik standartlar üzerinden geliştirilmesi… İç içe geçmedeki düzey, rakip emperyalist güçlerin saflaşma ve karşılıklı mevzilenmelerine bu biçimleri aldırıyor olması, nedenleri bakımından (rakip güçlerin karşılıklı ittifaklar kurmaları) yeni değildir kuşkusuz. Ne var ki, aldığı biçimler; ayrı ve rakip olanları da birbirine koşullandırması ve dolaysız bağlaması itibariyle, uluslararası sermayenin ilişkilerinde yeni bir merkezileşme düzeyini ifade etmektedir. Açıktır ki, bu düzey, mali sermayenin özel olarak amaçlamasının bir sonucu değildir, tersine, bu düzey azami kârı yükseltmek ve dünya hegemonyasını pekiştirmek uğruna geliştirdiği araç ve ilişkilerinin bir ürünüdür. Mali sermaye, böylelikle, (ülkelerin hegemonya kavgasının maddi koşullarını ortadan kaldırmak suretiyle) uluslararası ilkesi barış olan, kendisi zaten ancak bir dünya sistemi olarak var olabilen komünizmin maddi önkoşullarını ister istemez geliştirmektedir.

Kısacası: nasıl ki işçi sınıfının tarihsel yenilgisi komünizmin tarihsel temellerini ortadan kaldırmamışsa, aynı şekilde burjuvazinin yakın geçmişteki zaferi de, kapitalist dünyanın komünizme aslında daha olgun hale gelişini engelleyememiştir. Kuşkusuz, bu süreçten başta kendi sınıfı olmak üzere şu ya da bu emperyalist devlet ve mali grup azami ölçüde faydalanmıştır. Ülkelerin bağımsız ekonomileri yerle bir edilmiş, halkların sömürüsü, ülke ve doğa kaynaklarının talanı alabildiğine artmıştır. Fakat yine de, hatta daha doğrusu, bizzat böyle bir yoğun süreç cereyan ettiği için işçi sınıfın kurtuluşunun maddi önkoşulları daha da gelişmiştir.

Başta emek olmak üzere üretici güçlerin toplumsal karakteri, emperyalist aşamasındaki kapitalist ülkelerde şimdiden kendini dayatmış bulunmakta. Devasa hisse şirketleri, tekel ve tröstler, şişkin kredi sistemi ve “batması için çok büyük” olarak tanımlanan bankalar ve oluşturdukları rantçı mali sistem, toplumsal üretkenliğin aldığı boyutlar vb. Hiç şüphesiz, üretici güçler, adeta toplumsal karakterlerinin tanınması ve sermayenin üzerlerindeki boyunduruğunun kalkmasını talep etmektedirler.

Ekim 1917’de de kanıtlandığı üzere, “emperyalizm, proletaryanın sosyal devriminin öngünüdür” (Lenin). Proletaryanın yenilgisi geçicidir. Zira açıktır ki, eğer komünizm gerçek hareketse, komünizmin kapitalizmde oluşan maddi önkoşulları da pratik olarak anlamsız ya da birer teselli olarak değerlendirilemez.

 

ÖZGÜL TARİHSEL DURUM

İşçi sınıfının kurtuluşu için gerekli maddi önkoşulların, kapitalist üretimin gidişatında kendiliğinden ortaya çıkıyor olması gerçeği, bilindiği gibi, başta Alman sosyal demokrasisi içerisinde peydahlanan Bernstein revizyonizmi olmak üzere, II. Enternasyonalciler tarafından Marksist sınıf mücadelesi teorisinin oportünistçe yorumlanmasının kılıfı yapıldı. Komünizmin, kapitalist üretim tarzının uzlaşmaz çelişki ve açmazlarının doğasınca belirlenmiş tarihsel zorunluluğu, sınıflar mücadelesinden koparılıp mutlak ve tarih üstü bir zorunluluğa dönüştürüldü. Tarih artık sınıfların mücadelesine değil, adeta otomatik pilota bağlanmış olarak kendi rotasında ilerlemekteydi! Yeni-Kantçılık da bu çarpıtmanın felsefesini sundu: Sosyalizm, ilhamını artık Kant’ın kesin buyruğundan alan ahlaki bir sorun ve vicdani bir sorumluluktu!

Oysa, Marksist-Leninistler açısından komünizmin maddi önkoşullarının kapitalizmde oluşması ve olgunlaşması gerçeği, eylemsizliğe değil, eyleme çağrıdır. “Aslolan dünyayı değiştirmektir” – hiç şüphesiz somut koşullar ve başlıca çelişkilerin zorladığı, üretici güçlerin adeta talep ettiği doğrultuda. Bu tarihsel eylemi ise ancak devrimci bir sınıf gerçekleştirebilir. Bu, işçi sınıfıdır; sınıfsal çıkarları; üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin ve genel olarak kapitalist üretim ilişkilerinin kalkmasıyla tamamen örtüşen yegane sınıf.

Peki, koşulların buyurduğu eylem buyken, bugün eylemimizin koşulları nedir? Bu bağlamda pek çok soruna dikkat çekilebilir. Ama bunların hepsini bir şekilde kucaklayan ve günümüz sınıf mücadelelerinin bir yerde tarihsel çerçevesini de yansıtan ayırt edici durum, ‘olgunlaşmış maddi önkoşullara görece ters orantılı sübjektif bilinç durumu’dur[6]. Açıktır ki bu asimetri, nesnel koşulların genellikle daha olgun olduğu ülkelerdeki işçi aristokrasisi ve onların kırıntılarla satın alınması sonucu oluşa gelen bir denk düşmeme hali değil. Söz konusu olan; buna ek ve hatta bunu da ağırlaştıran spesifik bir asimetri. Kısacası, işçi sınıfının uluslararası yenilgisinin kaynaklık ettiği bir asimetridir.

Günümüz sınıf mücadeleleri işte bu özgül tarihsel koşullarda cereyan etmekte. Bu özgül durum Marksist-Leninistleri aşmaları gereken pek çok zorluklarla yüz yüze getirmekte. Sadece bazılarına dikkat çekmek gerekirse:

* İşçi kitleleri, sermaye karşısında, elbette bir sınıf teşkil etmektedirler. Fakat, sınıfın sınıfa karşı mücadelesi politik bir mücadele olduğundan, işçi sınıfı kendisi için bir sınıf olmaksızın bu mücadelede başarılı olamaz. Bununla birlikte, tam da sermayeye karşı mücadelesinde kendisi için bir sınıf olma gereksinimini duyar. Tarihsel yenilgi, işçi sınıfının bağımsız bir toplumsal güç olarak örgütlenmesi ve hareket etmesi, kısacası kendisi için bir sınıf olmasının koşullarını ağırlaştırdı. Şu sonuçla ki, işçiler bugün büyük oranda hem kendi sınıf çıkarlarını ifade eden politik bir bilinç ve programdan ve hem de buna gereksinimin bilincinden fiilen uzak olarak mücadele etmektedirler. 2007-2009 krizinin tetiklediği kitle mücadeleleri de gösterdi ki, işçiler mücadele ediyorlar ama, henüz bir sınıf olarak değil; henüz kendi sınıfının bilinci ve silahlarıyla değil. Dolayısıyla işçi mücadeleleri, çoğu yerde, sermayeyi protesto etmekten öteye gidemiyor…

* Tarihsel yenilgi kaynaklı asimetri, günümüz sınıf mücadelelerinin yakın geçmişe göre çok daha dolaylı biçimler almasını beraberinde getiriyor. Tekelci kapitalizmde sözü edilen maddi önkoşullardaki olgunlaşmanın aslında başka görüngü biçimleri olan asalaklık, çürüme, spekülasyon, doğa ve çevre tahribatı, kentsel dönüşüm, yolsuzluklar vb. milyonları harekete geçirebiliyor. Ancak, kendisi için bir sınıf haline gelemeyen işçi sınıfı bu kitlesel mücadelelere de damgasını vuramıyor. Böylelikle, asıl kaynağını emek-sermaye çelişkisinden ya da üretim ilişkilerinin kapitalist karakterinden alan sorunlar, ortaya çıktıkları dolaylı biçimlere hapsolarak mücadelelerin konusu oluyorlar. Fakat bu dolaylı biçimler içerisinde kaldığı sürece, esasta ara sınıfların mücadelesi olarak algılanıyor veya damgasını bu sınıfların vurduğu mücadeleler oluyor. Bu durum, küçük burjuva sınıfların teorisyenlerince hem sınıf mücadelelerinin ve hem de işçi sınıfın kendisinin yadsınmasının vesilesi yapılabiliyor.

* Son büyük ekonomik kriz, tekel dışı hemen hemen tüm sınıf ve katmanların ekonomik konumunu sarstı. Krizin yükü, başta işçiler olmak üzere, onların sırtına yıkıldı. Dolayısıyla bu sınıf ve katmanlar arasındaki hoşnutsuzluk ve öfke arttı. Bu süreç içerisinde, sermayeye karşı ya da en azından burjuva hükümetlerinin emekçi halk düşmanı ekonomi politikalarına karşı ortak mücadele ve örgütlenmenin hem koşulları ve hem de gereksinimi arttı. İşçi sınıfı ve partilerinin geniş ittifaklar, hatta geniş bir cephe kurmaları pratik bir gereklilik haline geldi. Buradaki mesele şu ki, işçi sınıfı, hareketinin tarihsel olarak en zayıf olduğu koşullarda bu ittifaklara yönelmek durumunda kaldı. Cephenin (ya da geniş ittifakların) pratik bir gereklilik haline gelişiyle, işçi hareketinin henüz devrimci bir hareket düzeyinde olmayışı, bu tür ittifakların doğasındaki diyalektikle baş etmeyi; yani hem işçi sınıfının politikasıyla cepheye damgasını vurması ve hem de cephe içerisinde kendi bağımsız kimliği ve politikasını korumasını olağanüstü ağırlaştırdı. İşçi sınıfı bugün, yenilgi kaynaklı asimetrinin sınıf mücadelelerine yansımasının bir sonucu olarak, bu tür ittifaklara potansiyelinin çok gerisinde ve sınıf olarak geriden gelerek yönelmektedir.

Elbette eylemimizin koşulları ne olursa olsun, işçi ve emekçi kitlelerine kendi eylemlerinin mahiyetini açıklama ve buradan eylemleri ve kendileri hakkında doğru bir bilince ulaşmalarını sağlama görevleri dün olduğu gibi bugün de geçerli ve komünistlerin çalışmalarının olmazsa olmazları arasındadır. İşte bu görevlerin şekilsel değil de gereğiyle yerine getirilebilmesinin şartlarından biri de, içinde bulunduğumuz koşulların tarihsel özgünlüğünün sürekli gözetilmesidir. Bu gözetme, teorik bir gözetmeye indirgenemez. Özellikle biri diğerine karşıtlık oluşturuyormuş gibi görünen konularda (örneğin devrim-reform, ittifaklar-bağımsız politika, teori-pratik, kadın sorunu-sınıf sorunu vb.), bahsedilen nedenlerle, daha gelişkin bir teorik kavrayış düzeyi ve taktik esnekliğin şart olduğu açıktır. Aksi durumda, işin kolayına kaçan sağ ve sol eğilimlerden sakınmak ya da kurtulmak mümkün olmayacaktır…

 

ENTERNASYONALİZM VE İŞÇİ SINIFI

Enternasyonalizm, komünizmin ayrıca kazanması gereken bir sıfat değil, aksine onun temel yapı taşıdır. Komünizm enternasyonaldir, çünkü yadsıması olduğu sistem uluslararası bir sistemdir. Kapitalist büyük sanayi, modern dünya pazarını yaratmakla aslında gerçek anlamıyla da bir dünya tarihini yaratmış oldu. Böylelikle artık her bir ülkedeki sanayi ve ticaretin koşulları, o ülkenin dünya pazarıyla ilişkisince belirlenmiştir. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki fark bu konuda şudur: Burjuvazi doğası gereği kendi ayrı “ulusal” (sınıfsal) çıkarını muhafaza eder, işçi sınıfının çıkarları ise her ülkede aynıdır. Komünist Manifesto’nun “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” çağrısı tam da bu gerçeklikten esinlenir. İşçi sınıfının enternasyonalizmi, kendi evrensel karakterinin bir gereğidir.

Açıktır ki ancak bir dünya sistemi olarak var olabilecek komünizm, dünya proletaryasının uluslararası mücadelesini ve örgütlenmesini gerektirmektedir. Dünya işçilerinin uluslararası işbirliği, kurtuluşlarının ilk koşuludur. Enternasyonaller, bu bakımdan, onların en ileri örgüt biçimleridir. Birinci Enternasyonal’in Genel Tüzüğü’nde bu nedenle; “İşçi sınıfının kurtuluşunun ne yerel ve ne de ulusal bir sorun olup, modern toplumu içeren bütün ülkeleri kucaklayan ve çözümü en ileri ülkelerin pratik ve teorik işbirliğine dayanan sosyal bir sorun olduğu” vurgulanmıştır. Birinci, İkinci ve Üçüncü Enternasyonaller bu anlayışın ifadesi ve sonuçlarıydılar.

Enternasyonalizm, bugünün “İnternet çağı”nda yetişmiş bir işçi kuşağına belki çok sıradan gelebilir. Fakat unutmamak gerekir ki, işçi sınıfı, enternasyonalizmin bayrağını; dünyada ulus olma duyguları henüz çok taze, ulus devletleri henüz çok genç ve milliyetçiliğin yükselişte olduğu koşullarda yükseltmiştir. Bunun anlamı açıktır: İşçi sınıfı en modern; başka bir ifadeyle, üretici güçlerin, gelişmeleri itibarıyla gündeme getirdiği ve gelmesini zorladığı en ileri biçimleri özümseyebilen tek sınıftır.

Bugün sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasındaki düzeyin, özellikle de ulaşım ve iletişim teknolojisinde kaydedilen muazzam gelişmelerin dünya işçileri arasındaki rekabetin körüklenmesi ve sınıf çıkarlarındaki ortaklığın tahrip edilmesinin aracı kılınması hiç kimseyi yanıltmamalı. Emek ile sermaye arasındaki güç dengesi değiştiği an, sermayenin bu üstünlükleri tersine dönecektir. Çünkü rekabeti kızıştırırken geliştirdiği zemin, işçileri yine bir araya getiren, bir bütünün parçası kılan bir zemindir. Birbirleriyle alakalı olmayanlar birbirleriyle rekabete sokulamaz zaten.

Bu bakımdan, enternasyonal komünizmin tarihsel anlamı, tekelci kapitalizmin toplumsal gelişmişlikte gösterebileceği en ileri adımın, üretici güçlerdeki en son sözün, komünizmin henüz ilk adımı, ilk sözü olmasıdır. Tüm kesintiye uğramalara karşın, güncellikteki mevcudiyetinin sürmesidir. Tarihsel anlamı, tarihte kalmaması, insanlığın önündeki en ileri tarihsel görev olmasıdır.

Bu tarihsel görevin üstesinden gelebilecek sınıf, kendi kurtuluşu insanlığın kurtuluşuyla özdeş olan işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının kurtuluşu, ancak kendi kollarının eseri olabilir. İşçi sınıfı en zayıf halka ya da halkalarda iktidarı ele geçirebilir, sosyalizmin inşa sürecini başlatabilir, ancak tam ve kesin zaferini dünya ölçeğinde burjuvaziyi yıkarak gerçekleştirebilir. Bu nedenle, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi de enternasyonal olmak zorundadır. Üretici güçlerin gelişme yönü, kapitalizmin küresel çelişki ve olguları işçi sınıfına başka bir rasyonel seçenek bırakmamaktadır.

“Başka bir deyişle: [Zaferden emin olma], modern kapitalist üretim biçimi tarafından yaratılan üretici güçlerin ve bölüşüm sisteminin bu üretim biçimiyle açık bir çelişki içine girmelerinden, hem de eğer tüm modern toplumun batıp gitmesi istenmiyorsa, tüm sınıf ayrımlarını ortadan kaldıran bir altüst oluşu zorunlu duruma getirecek derecede açık bir çelişki içine girmelerinden geliyor. İşte modern sosyalizmin utkusu için beslenen kesin inanç, kendini karşı konmaz bir zorunlulukla, sömürülen proleterlerin kafasına az çok açık bir biçim altında kabul ettiren bu elle tutulur somut olgu üzerine dayanıyor, – Bu olgu üzerine, yoksa şu ya da bu dört duvar arası teorisyeninin hak ya da haksızlık üzerindeki fikirlerine değil.” (Engels)[7]

 

Emek Partisi (EMEP), Türkiye

 

[1]Marx-Engels, Alman İdeolojisi, sf. 43, Evrensel Basım Yayın

[2]Marx-Engels, Seçme Eserler, Cilt 3, sf. 216, Sol Yay.

[3] Bkz: Marx-Engels, Seçme Eserler, Cilt 2, sf. 431, Sol Yay.

[4] “Komünistler ve Karl Heinzen”, MEW, Cilt 4, sf. 321

[5] Alman İdeolojisi, agy.

[6]Elbette ikisi hiçbir zaman tam örtüşmez. Dolayısıyla belirtilenler, tam örtüşme hali varsayımıyla söylenmemektedir.

 

[7] Bkz. “Anti-Dühring”, Sol Yay., sf. 241

Paylaş: