‘Geliyorlar!’

‘Geliyorlar!’

İki gün öncesi 1 MAYIS idi; iki gün sonrası 5, üç gün sonrası 6, beş gün sonrası 8 Mayıs ve boydan boya mayıs, mücadele ayıdır. İlki, işçi sınıfının mücadele bayraklarını dünya ölçeğinde yükselttiği gündür. İkincisi, işçi sınıfına, sömürü ve baskı dünyasından kurtuluşun mümkün ve kaçınılmazlığını iktisadi-sosyal dayanaklarıyla gösterip bu mücadelenin öznesi olduğunu ortaya koyan Marx’ın dünyaya gelişiyle anılır. Üçüncüsü, sermaye ve gericiliğe karşı dövüşteki kararlılık, fedakarlık ve boyun eğmez yiğitlikleriyle halkların mücadelesinde ölümsüzleşen Denizler’in, dara çekilirken, kazanmanın yolunu ve dayanağını şafak kızıllığında haykırdıkları gündür. Dördüncüsü, 50 milyon insanın ölümüne, 70 milyonun sakatlığına, dünyanın büyük bir kesiminin yıkımına yol açan faşist barbarlığın yenilgiye uğratılarak Avrupa ve dünya halklarının kan ve zulüm deryasından kurtarıldıkları antifaşist savaşın zafer zamanını bildirir. Her birinin bir diğeriyle tarihsel bağı kurulabilir, vardır ve mayıs boydan boya mücadeleyi bildirir. Mayıs aynı zamanda sınıf düşmanına karşı savaşta toprağa düşen yoldaşlarımızın anı ve mücadelelerinin bugün ve yarınlarla ilişkisinin her yıl yeniden kurulduğu zaman dilimidir.

Mayıs, işçi sınıfı ve emekçilere mücadelede birleşme çağrısıyla; aynı sınıf ordusunun mensupları olduklarını birbirlerine duyurma ve aynı cephede birleşme duygu ve düşünceleriyle harekete geçenlerin alanlarda dünya emek kardeşliği ve kurtuluşunu ilanıyla başlarken, sonraki günleri de anlamlandırmış olur. Proletarya bu koskoca dünyayı sömürüden arındırarak insanlığın özgür ve mutlu dünyasına dönüştürme gücünü, üretimdeki konumundan alıyor. Sıradan bir grev eyleminde dahi kapitalistler ve temsilcilerinin ‘hop oturup hop kalkması’ boşuna değildir. Kapitalizmin şah damarları işçilerin ellerindedir. Onları kesmesini öğrenip eyleme geçtiklerinde burjuvaziyi canevinden vurup o koskoca bürokratik aygıtın darmadağın olmasına yol açacak değişimi başlatmış olur. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinden duyulan ölümüne korku bundandır. Baskı, saldırı ve yasaklarla bu mücadelenin iktidarın alınması hedefine yönelmesi önlenmeye çalışılır. Ama er geç, korkulan başa gelecektir! Sermaye gazetelerinin farkına varmadan yazdıkları üzere, şimdilerde alanlara gelenler, günü gelir iktidarı da alacaklardır. Geliyorlar; ve er geç gelecekler!

***

Milliyet gazetesi, 1 Mayıs günü, işçi ve emekçilerin miting meydanlarına gidişini “Geliyorlar!” başlığıyla; Hürriyet ise, havadan çekilmiş bir fotoğrafı kullanarak “Böyle geliyorlar!” durum bildirimiyle haberleştirdi. Temel Karamollaoğlu’nun “emeğin bayramı” ve “emeğin hakkı” konulu konuşmalar yaptığı bir ortamda, tekelci basının bu iki gazetesinin, işçi ve emekçilerin 1 Mayıs miting ve gösterilerine kitlesel katılımıyla ilgili haber başlığı olarak “geliyorlar” durum bildirimini seçmesi, şaşırtıcı değil ama dikkat çekiciydi. Basın emekçilerinin ve genel olarak işçi ve emekçilerin hakları söz konusu olduğunda, sermaye tekellerinin borazanlığını yapmaktan kaçınmayan ve sendikalaşma girişimlerini işten atmalarla engellemeye kalkışan iktidar payandalarının bu haberleştirmesi, işçi ve emekçilerin sermaye ve devlet iktidarına karşı hak arayışı ve hakları için mücadelesinden yana oldukları anlamına gelmez. Belki de, “tehlikeli bir gelişme”yi işaret etme şaşkınlığıdır.

Ama evet, geliyorlar! Gelenler, kuşkusuz gelecek olanların henüz azınlık bir bölümünü oluşturuyorlar. Gelişleri ama, gelecek olanın büyük ve değiştirici gücünü haber veriyor!

Gelenler ya da taleplerinin ve belirli bazı hedeflerinin yazılı olduğu pankartlarıyla “böyle” gelenlerin önceki kuşaklardan sınıf kardeşleri, 128 yıldır her 1 Mayıs’ta, kapitalist sömürü sistemine ve onun siyasal-askeri sınıf diktatörlüğünün çeşitli biçimlerine karşı yürüyorlar. 128 yıldır bu günü, Dünyada ve Türkiye’de sermaye ve onun her bir ülkedeki siyasal-askeri bürokratik mekanizmasına karşı birleşme, dayanışma ve mücadele günü olarak sahipleniyor; fabrika, işyeri, kurum, okul ve yerleşim alanlarında, kendilerine ücretli köleliği ve sınıf baskısını dayatanların saltanatına son verecek büyük güce ve bilince ulaşmak üzere, bir araya geliyor, şiarlarını haykırıyor, kararlılıklarını dile getiriyorlar.

Evet, geliyorlar; gelecekler; bugün henüz değilse bile kaçınılmaz bir zamanda, kendi iktidarlarını kurarak sermayenin egemenliğine son vermek üzere; üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyetine dayanarak kendilerini sömürenlerin saltanatını yıkarak bütün insanların özgür, eşit ve gereksinimlerini karşılayarak yaşayacakları bir yeni dünyayı kurmak için gelecekler. Çok yakın olmayabilir; yakında beklenmeyebilir. Ama tarihsel gelişmenin gösterdiği, niceliğin niteliği doğurması ya da ona evrilmesinin böylesine ön adımlarla gerçekleştiğidir. Köleci toplumdan bugüne, insan soyunun yaşam serüvenince kanıtlandı, büyük tarihsel değişimler kaçınılmazdır.

Baksanıza, bizde ve dünyanın herhangi bir ülkesinde karşıtların birbirleriyle çatışmadığı bir tek gün bile geçmiyor. 1 Mayıs’ta buna bir kez daha tanık olduk. Dünyanın hemen her tarafında, işçiler başta olmak üzere emekçilerin hiçte küçümsenemeyecek kitleleri, sömürü ve baskı sisteminden kaynaklanan sorunlarının çözümü için öne çıkardıkları talepleriyle makinelerini istop ederek fabrika ve işyerlerinin önünde, sokaklarda ve alanlarda yer aldılar.

Şimdi sadece bizde değil, bütün kapitalist ülkelerde, kapitalist-emperyalist gericiliğin şarlatan temsilcileri, dünya emek ordusunun mensuplarına, daha ileriye gitmemeleri için vaatlerle tehditleri iç içe geçirerek “milli çıkarlar” ve “dış düşmanlar” üzerine ajitasyonlarla, uslu ve uzlaşır olmalarını telkin etmeye çalışıyorlar. Onları, emek gücü sömürüsünü olanaklı kılan kapitalist mülk edinme biçimine karşı mücadeleden alıkoymak; insan soyunun özgür, eşit ve bütün ihtiyaçlarını karşılayacağı yeni bir dünya sisteminin kurulması için mücadelede birleşme duygu, düşünce ve isteminden uzak tutmak için yalan ve riyayı bin türüyle boca ederken, sopayı da eksik etmiyorlar. Oysa, Şili’de, Brezilya’da, Almanya, Fransa, ABD, Rusya ya da Türkiye’de işçileri benzer ya da aynı taleplerle harekete geçiren,  “ulusal rengi”nden önce, emek gücünü satarak yaşama olanaklarını elde etmeye mecbur insan olarak işçi olmalarıdır. 1 Mayıs’ın dünya işçi ve emekçilerinin birleşme, dayanışma ve mücadele günü olmasının anlamı buradadır. Nerede, hangi ülkede ve ne tür koşullarda yaşadıkları önemsiz olmasa da, aynı sınıfın insanları olarak “aynı kader”i paylaşıyorlar. Öyleyse, kurtuluşları da ortak ve dayanışma içindeki mücadelelerinin eseri olacaktır. Öyleyse, “kendi” burjuvazilerinin ve sermaye hükümetlerinin yanında ve yedeğinde değil, sömürülüp-ezilenlerin; haklarından yoksun bırakılan bütün öteki işçi ve emekçilerin yanında ve safında olmalıdırlar. 1 Mayıs geleneğinin çağrısı ve dersi budur.

Paylaş: