İşçi Sınıfı ve Barış

İşçi Sınıfı ve Barış

Farklı alanlarda ve farklı biçimlerde sürdürülen barış için mücadele, 2015’te siyasal demokrasi talepleri içinde başat bir yer tuttu. Kuşkusuz bunun, dönemin temel özelliklerini göstermesi bakımından üzerinde durulması gereken bir anlamı vardı.

ÖNCE HAYALLER VARDI

AKP hükümetleri, yaklaşık 15 yıl boyunca dış politikaya, özellikle de Ortadoğu’ya ve İslam ülkelerine yönelik özel bir program geliştirmeye ve uygulamaya çalıştı. Bunun amacı, bir bölge gücü olmak ve daha ileriye giderek, dünya çapında emperyal bir “vizyon” sergilemek idi. Buna uygun bir temel olarak gördüğü ve Davutoğlu’nun akademisyen sıfatıyla kaleme aldığı “Stratejik Derinlik” adlı kitabında ileri sürdüğü tezlere dayanan bir politik çizgi oluşturmaya çalıştı. Komşularla sıfır sorun içinde bir barış bölgesi yaratmak, tarihi ve coğrafi derinliğe dayanarak İslamcı bir yeni medeniyet için ilerlemek, bu stratejinin hedeflerini oluşturan temel kavramlar üzerine inşa edilmişti.

SONRA GERÇEKLER GELDİ

Ne var ki, bir ucundan “dünyanın süper güçlerinden biri olmak” hayalinin gerçek dünya ilişkileri tarafından çizilmiş kalın sınırları vardı. Emperyal güç olma propagandasıyla yürütülen bölge ve ülke çapındaki propaganda saldırısı, bir süre için Recep Tayyip Erdoğan’ın İslam Dünyasının lideri olarak şişirmeye gayret ederken, “Arap Baharı” adı verilen isyanlar süreci başladı. Tunus ve Mısır’dan sonra, Libya’da bu ateş çemberine dahil edildi ve sıra Suriye’ye geldiğinde Türkiye’nin pozisyonunda çok ciddi değişiklikler yaşanmaya başladı. Türkiye, önce Libya’yı sattı! Önceleri, Kaddafi’ye karşı NATO müdahalesini yersiz bulurken, kısa sürede bu operasyonun bir parçası haline geldi. Libya, vahşetin kol gezdiği bir anarşi ülkesi haline getirildi ve çökertildi. “İslam dünyasının parlayan yıldızı” bu feci manzara karşısında ABD’nin, AB’nin ve İsrail’in bir maşası rolünü oynamaktan öteye geçemedi.
Ardından, birlikte kardeşlik pozları verilen Beşar Esad’ın ülkesine sıra geldiğinde, kısa süre önce sınırların kaldırılmasının bile konuşulduğu bu ülke ve onun rejimi baş düşman ilan edildi.
Zincirleme olarak, bölgedeki bütün komşu ülkelerle sorunlu hale gelen dış ilişkilere, içeride Kürt sorunu ile ilgili gelişmeler eklendi. Ülke, kısa sürede, içeride ve dışarıda savaşın belirlediği politikalarla yönetilmeye başlandı.

SAVAŞ VE FAŞİZM

Tarihsel tecrübenin işaret ettiği bir gelişme kaçınılmaz olarak Türkiye’nin de başına geldi. Savaş atmosferinin hakim olduğu her yerde, özellikle iç savaş koşullarının ağırlaştığı durumlarda siyasal rejimin karakterinin faşizme doğru kayması kaçınılmazdır.
Türkiye’de ezilen sınıfların örgütlenme ve düşünce özgürlükleri üzerinde daima ağır biçimde kendisini hissettiren baskılar, bu kez çok daha sistemli ve şiddet kullanılması da dahil bütün yöntemlerle bir kez daha ağırlaştırıldı. Özellikle “kamu güvenliği” gerekçe gösterilerek çıkarılan yasalar, barışçıl gösterilerde dahi polisin silah kullanma yetkisini genişleterek gösteri hakkının kullanılmasını ağır tehditler altına aldı.
Kadınlar ve gençlik üzerindeki baskılar da, dinsel ideolojinin toplumsal etkisinin arttırılmasının bir sonucu olarak yaygın ve öldürücü biçimler kazandı.

İŞÇİ HAKLARI VE MÜCADELELER

İşçi sınıfı üzerindeki sendikal baskılar ve çalışma koşullarında yapılan değişiklikler sonucu doğan mağduriyetler de güçlü mücadelelerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Özellikle metal ve otomotiv sanayisinde kitleler halinde zorlu mücadelelere başlayan işçi sınıfı, toplumda yükselen demokratik mücadeleye kendi talepleriyle katıldılar. Yine diğer sektörlerde de benzer sorunlar dolayısıyla işçilerin grev ve iş bırakma biçimde uyguladıkları direnişler, hareket halindeki toplumsal katmalar içinde özel bir yer kazandılar.
Gezi Direnişi olarak bilinen büyük toplumsal hareket sonrasında ortaya çıkan en kitlesel ve derin izler bırakan eylemler işçi sınıfından geldi.
Bununla birlikte, toplumun diğer ezilen ve sömürülen kitlelerinin beklentileri açısından bakıldığında işçilerin eylemleri sınırlı kaldı.

BARIŞ MÜCADELESİNDE İŞÇİ SINIFININ ÖNEMİ

Herhangi bir kapitalist ülkede, toplumsal muhalefetin pek çok ayrı sebeple farklı biçimlerde kendisini gösterdiği durumlarda, diğer bütün sosyal katmanlar, işçi sınıfının eylemli olarak kendilerine katılmasını, hatta öncülük etmesini bekler. Bunun nedeni, işçi sınıfının kendilerine göre hem sayıca hem de nitelikçe daha güçlü olması, kendi dağınıklıklarına çeki düzen verecek bir disiplin içinde yürümesidir. Bu beklenti boşuna değildir. Gerçekten işçi sınıfı, ülkemizde de son dönemde görülen eylemlerin ortaya koyduğu gibi, kararlılık ve disiplin konusunda örnek bir tavır göstermiştir.
Diğer yandan, işçi sınıfı temel üretici güç olma özelliğiyle, iktidarlar karşısında en etkili muhalefeti yürütebilecek imkanlara sahiptir. Kendi patronlarını olduğu gibi, onların siyasi iktidarını da isteklerini kabul ettirme bakımından güçlü biçimde zorlayabilecek araçlara sahip olan tek sınıf işçi sınıfıdır. Bu ekonomideki yeri bakımından elinde olan güç, aynı zamanda toplumun diğer sınıf ve tabakalarını da harekete geçirecek bir etkiye sahiptir. Çünkü işçi sınıfının ekonomik ve demokratik-siyasi talepleri, toplumun diğer kesimlerini de ilgilendiren temel talepler haline gelebilir ve birleşik bir halk hareketinin doğmasına yol açabilir.
Bununla birlikte, Türkiye işçi sınıfı, genel olarak toplumsal hareket içinde sınıf gücünü gösterecek biçimde yer almamaktadır. İşçiler, özellikle genç ve aydınlanmış işçiler, pek çok muhalefet hareketinin içinde bulunmaktadır. Ancak sınıfın örgütlü gücüyle mücadele katılmak bakımından oldukça zayıf ve geri bir yerde durmaktadır.
Bunun başlıca iki nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, işçi sınıfının örgütleri olan sendikaların büyük çoğunluğu, kendi sınıflarının dışında olup bitenlere pencerelerini tamamen kapatmışlardır. Demokrasi mücadelesinde yer almaktan, örneğin kadın cinayetlerini protesto etmekten bile geri durmaktadırlar. Diğer emekçilerin sorunlarına karşı ilgisiz kalmakta, destek ve katılım konusuna hiç yaklaşmamaktadırlar. Ülkenin en ağır sorunu olan ve otuz yıldır sıcak savaş biçiminde seyreden Kürt sorunu ise tamamen tabu haline getirilmiş, hatta kimi sendikalar için bir terör ve bölücülük sorunu olarak damgalanmıştır. İşçilerin gündelik politikayla ilişkilerini kesmek için bütün engelleri kullanan sendikacı kesimi, aynı zamanda sınıfın temel sorunları konusunda da hükümetle ya da burjuva örgütleriyle kolayca anlaşabilmektedir. Bu ikisinin birbirine bağlı olduğu açıktır. İşçileri politikadan uzak tutmak, aynı zamanda onların hak ve çıkarlarını karşı tarafa teslim etmeyi kolaylaştırmaktadır.
Bununla birlikte, bu gerçeği kavrayan DİSK yönetimi, son barış eylemlerine aktif olarak çağrı yapmış ve katılmış, Ankara’daki bombalı eylemde de kurban vermiştir.
DİSK, Ankara Katliamı sonrasında da protestolarını ve barış çağrısını sürdürmüştür. İki günlük grev ve üç günlük yas eylemlerinin örgütlenmesinde aktif rol üstlenmiştir.
Ancak bu sınıfın bütünü düşünüldüğünde, işçi sınıfının demokrasi ve barış mücadelesine katılımının yetersiz olduğu görüşünü değiştirmemektedir.
Açıktır ki, toplumun en etkili ve güçlü sınıfı olan işçi sınıfı yükün ağır kısmını omuzlamadıkça, barış mücadelesinin eksik ve zayıf yönlerinin giderilmesi mümkün olmayacaktır.
Barış sorunu, yalnızca Kürt halkının demokratik mücadelesinden ibaret değildir.
Bugün sürmekte olan Suriye Krizi, emperyalist devletlerin kendi aralarında doğabilecek şiddetli çatışmaların da zemini ve merkezi olabilecek gelişmeler göstermiştir. Türkiye, bu kavganın hem coğrafi olarak hem de siyasi olarak içinde yer almaktadır. Komşularla sıfır sorun diye yola çıkan AKP hükümeti, bütün komşularıyla sorunlu ve çatışmalı hale gelmesine sebep olan savaş yanlısı bir politika izlemiştir. İşçi sınıfı, hem kendi hak ve çıkarları için, hem de bütün halkın geleceğini korumak için, bu savaşçı politikalara karşı muhalefet cephesinde yer almalıdır. Savaşa karşı mücadele bir yandan da açık biçimde örneğin asgari ücret tartışmasına, taşeronlaştırmaya, sendikasızlaştırmaya karşı mücadeleye bağlıdır. Bütün sorunların birbirine bağlandığı ve her birinin çözümünün diğerinin çözümü ya da çözümsüzlüğü için araç olabileceği bir ortamda, işçi sınıfı barış mücadelesinin en önünde yer almalıdır.

Aydın ÇUBUKÇU -Evrensel Gazetesi

Paylaş: