Tiran’ın savaş politikası ve Ortadoğu sarmalındaki Türkiye (1)

Tiran’ın savaş politikası ve Ortadoğu sarmalındaki Türkiye (1)

Erdoğan yönetimindeki AKP iktidarının 7 Haziran seçimleri ardından ülkede ve ülke sınırları ötesinde sürdürdüğü saldırılar birçok yönüyle gazetemizde birçok makalede ele alındı. Buna karşın bu gelişmeleri başlıca iki nokta etrafında bir kez daha değerlendirmek yararlı olacaktır: ilki, iktidarın savaşçı politikalarının Ortadoğu’da ve Drtadoğu-Kuzey Afrika üzerine hasapları olan tüm güçlerin politikalarıyla “bağı”dır. İkincisi ise, iktidarın ısrarla uyguladığı ve fakat halkın büyük çoğunluğunun reddettiği bu saldırgan politikanın yıkıcılığı ve bölücülüğüdür.

A-) ÇOK BİLEŞENLİ ORTADOĞU GİRDABINDA SÜRÜKLENEN TÜRKİYE

İlkin, Türkiye’de yaşanan gelişmeleri ve Erdoğan iktidarının Kürt, Türk, Arap, Acem ve öteki halklara karşı politikalarının niteliği ve seyrini sadece ülke içi güç ilişkilerindeki değişim üzerinden ya da sadece Kürt direnişinin zorladığı sonuçlara bağlı değerlendirmek, o çokça yinelenen söyleyişle “büyük resmi” görmemek; bölgede ve uluslararası alandaki daha kapsamlı etken ve gelişmeleri azımsamak ya da gözardı etmek olacaktır. Ya da örnek olsun, Erdoğan’ın tekelci-oligarşik bir tiranlığı dayatmasından; ve fiili diktatörlük rejiminin yasal kılıfını da hazırlamak üzere yapılmış seçimi geçersiz hale getirip yeni bir seçimi zorlamasından hareketle, ülke içinde ve dışına karşı uygulanan savaşçı-yayılmacı politika, “seçim endeksli” politikaya daraltılırsa, AKP iktidarının temsil ettiği politikaların çok yönlü tehdit edici özellikleriyle dayanak ve hedefleri azımsanmış ve daraltılmış olur.
Bu politika evet, tekelci, tekçi, bir tür zümresel kastın demokrasi ve özgürlük düşmanı, yağma ve kıyım politikasıdır. Nettir ve liberal esnetmelerle yaldızlanmayacak denli antidemokratiktir. Ancak, Erdoğan ve ona biat eden yönetim kastının sözcüleri, “40 yıllık kavgaları”nın, 150 yıllık sürecin “hesabını sorma” amacıyla bağını hiç gizlemediler. Erdoğan’ın “Halife Sultan”(!) olma olanağının olup olmaması bir yana; o ve “mahiyeti”nin “ecdat”(!) arayışında Osmanlı yayılmacılığına duyulan “hasret” hiç eksik olmadı. Türkiye egemenleri ve onların askeri-siyasal temsilcileri bölge ülkeleri ile ilişkilerinde sadece emperyalistlerin piyonu-taşeronu olmakla kalmadılar. Aksine, hemen her zaman “pay” arayışı ve talebinde bulundular. Fırsatını bulduklarında da entrika ve güç kulanımı ile “eski ata toprakları”(!) dedikleri alanlarda kendi adlarına -örnek olsun Musul ve Kerkük- “iş çevirmeye” çalıştılar.
Ne Rusya, ne İran ne de Arap ülkeleri yönetenlerinin bu durumu unuttukları söylenemez. ABD başta olmak üzere İngiliz, Fransız ve Alman emperyalistleri, “stratejik müttefik Türkiye” yönetimlerinin uşaklığını övmeyi eksik etmediler amma, “üç koyup beş alma” fırsatçılığıyla mimli bu politikayı, ancak kendilerinin çıkarlarına bağlandığı ve “çizgiyi aşmadığı” oranda göz yumulur sayıp, ötesini tehlikeli gördüklerini, somut had bildirmelerle açığa vurmaktan da kaçınmadılar.
Bölge ülkeleri ve emperyalist devletlerin birbirleriyle ilişkilerindeki tüm değişikliklere ve düzey kaybına ya da daha ileri düzeyde geliştirilmiş olmalarına rağmen, çıkarlara dayalı bu tutum bugün de ilişkileri belirlemeye devam ediyor. Ortadoğu’daki herhanği ülkede olsun, Türkiye’de olsun aktüel-güncel gelişmeler bu çok taraflı, çok yönlü ve çok bileşenli güç ilişkileriyle bağlı olarak seyrediyor. Örnekse, Erdoğan yönetimindeki Türk ordusunun Kürt mevzilerine saldırması ve Kandil başta olmak üzere Kürt gerilalarının üstlendikleri alanları haftalarca bombardımana tabi tutması üzerine birçok bölge ülkesinin ve Batılı emperyalistlerin birbirlerinin ataklarını da gözeten yeni hamleleridir. “Barışçıl çözüm” ısrarı(!)nın emperyalist batılı ülkeler yöneticileri tarafından dillendirilmesi açık olmalıdır ki onların kendi çıkarları gereğidir ve bu çıkarların Türk yönetimi tarafından zarara uğratılmaması hassasiyetine dayalıdır. Palazlanmalarında ro oynadıkları El Kaide türemesi IŞİD ve öteki bazı İslami terör örgütlerinin İsrail başta olmak üzere “Batı çıkarları”na potansiyel tehdidinin Erdoğan yönetimi tarafından desteklenmesi, “stratejik müttefik”lik ilişkilerinde yara açıcı olmuştur. Kobanê’deki Kürt direnişinin Türkiye gericiliği tarafından IŞİD aracıyla düşürülmek istenmesi, PYD ile ABD ve “Koalisyon”un “birlikte çalışması”na karşıtlık oluşturmuş; Suriye’nin Erdoğan’ın emellerine uygun yeni bir düzenlenmesi, Rusya ve İran başta olmak üzere bölgede “at koşturan” güçlerin karşılıklı restleşmelerine bağlı olarak gerçekleşmemiştir. Irak ve Suriye’deki gelişmeler, Kürdistan sorunu somut-güncel ve ertelenemez şekilde bu güç ilişkileri içinde ve bütün tarafların kendi politikalarının “nasıl daha verimli ve etkin uygulanabileceği” sorunuyla bağlı olarak öne çıkmış; ABD, İran, Rusya, Almanya, İngiltere ve Fransa, bu sorunun “çözümü” ile bölgenin “geleceği” arasındaki ilişkileri gözeterek politik manevralar geliştirmişlerdir. Erdoğan ve “üstün hizmet madalyası” takılı generallerinin PYD’ne saldırmalarının “ABD ile savaş” anlamına geleceği; Suriye’de “güvenli bölge oluşturma”nın sadece bir “Türk düşüncesi” ve çabası “olduğu” açıklanmış; ABD ve Alman Patriotlarının sökülüp taşınması gündeme gelmiştir. Diğer yandan İran “Kürt Üniversitesi açma”, Kürtçenin serbestiyeti, PYD ile ilişkileri geliştirme yönünde yeni “hamleler” yapmış; Rusya PYD ile resmi temasa geçmiştir.
Bütün bunlar, Türkiye’yi işbirlikçi suç ortaklarıyla birlikte yönetmeye soyunan Erdoğan’ın “Tek bir terörist kalmayana kadar operasyonlar sürecek”; “Askerimiz ve polisimiz yüzlerce teröristi temizledi, yeter mi yetmez, bu sonuna dek sürecek!” diye “intikam” tamimleri yayımlaması tutumunun bölgesel ve uluslararası “dış güç” engeliyle de yüz yüze olduğunu gösteriyor. Diktatör ve avanesinin savaş politikasının ülke ile birlikte tüm bir bölgeyi ‘ateşe boğma’ tehlikesi taşıdığını bilen bölge halklarının itirazları da giderek yükselmeye başlamıştır. Son on yıllarda, uluslararası alanda hakim hale getirilen ve başlıca olarak ABD ve İsrail tarafından uygulanan “güçlü olan istediğini yapar istediği yere saldırır” anlayışından hareketle “ezerim-geçerim, yok ederim!” böbürlenmesine kapılan Erdoğan ve bağlı siyasal-askeri kast, sadece ülke içinde giderek yükselen halk muhalefeti engeliyle değil, çeşitli ve farklı çıkarlara bağlı dış güçlerin itirazları nedeniyle de “kayaya toslamaya mahkum” bulunuyor!

A.Cihan SOYLU

Evrensel Gazetesi

Paylaş: