6-7 Eylül…

6-7 Eylül…

6-7 Eylül…

İstanbul’da yaşayan Rumlara karşı 6-7 Eylül 1955’te gerçekleştirilen organize saldırılar, Gladio’nun Türk kolu olan Seferberlik Tetkik Kurulu’nun, kontrgerilla örgütlenmelerinin başından sonuna kadar planlayıp yönetmesiyle gerçekleşmişti.

Demokrat Parti’nin, ekonomik sorunların yol açtığı yoksullaşma ve yıkıcı sonuçlar karşısında halkın güvenini kaybettiği ve muhalefeti susturmayı esas aldığı bir dönemde, Kıbrıs’taki gelişmeler bahane edilerek tertiplenen saldırılar, Türk basınında çıkan ve Mustafa Kemal’in Selanik’te doğduğu evin bombalandığını iddiasına dayalı, yalan olduğu ortaya çıkan haberle tetiklenmişti.

Kıbrıs Türktür Cemiyeti, bazı gençlik örgütleri, meslek kuruluşları, DP teşkilatı ile resmi, gayri resmi makamların yönlendirmesiyle, hem yerel halk ve hem de dışarıdan getirilmiş olan kitlelerce 6 Eylül 1955 akşamı Cumhuriyet tarihinin en büyük yağma ve yıkım eylemi gerçekleştirildi.

İstanbul’un her yerine yakılan yağma ve saldırılar sonucunda Türk basınına göre 11, Yunan kaynaklarına göre 15 kişi yaşamını yitirirken, İstanbul’da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verildi. Bu saldırılarda, 4 bini aşkın ev, bini aşkın işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bini aşkın mekân saldırıya uğramıştı.

Türkiye egemenleri, bu kara tarihle hiçbir dönem yüzleşmeye yanaşmadıkları gibi, benzer uygulamaları, ihtiyaç duydukça uygulamaya da devam ettiler.

6-7 Eylül ve öncesinde Türkiye’deki Rum ve Ermenilere karşı başvurulan yöntemler, “terörle mücadele” politikası adı altında Kürt sorununda farklı biçimlerde kendisini gösterdi ve göstermeye devam ediyor.

Yağma, yıkma ve mülksüzleştirme örnekleriyle dolu resmi tarih, bugün de son örneği Hakkâri’de görülen, Kürt halkının oylarıyla kazanılmış belediyelere kayyum atama biçiminde devam ediyor.

15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek, Gülen Cemaati ile uzaktan yakından ilgisi olmayan Hayatın Sesi ve İMC’nin de aralarında bulunduğu televizyon kanallarının kapatılması, yayın araç ve gereçlerine çökülmesi aynı yağmacı refleksin AKP politikalarıyla devamıdır.

Devlet imkanlarını da kullanarak yağma ve çökmeye dayalı bir yönetme politikasının bir ucu, bugün rezerv alan uygulamalarına kadar da uzanmaktadır.

6-7 Eylül 1955’te sahnelenen İstanbul Pogromu, Türkiye egemen sınıflarının ve onlara bağlı resmi ve gayri resmi örgütlenmelerin bir büyük alçaklığı olarak tarihte yerini alırken, ülkedeki bütün halkların kardeşçe yaşayacağı bir geleceğin ve yeni bir tarihin de ancak işçi sınıfının mücadelesiyle, örgütlü gücüyle mümkün olacağını göstermektedir.

6-7 Eylül’ü yaşatanların mirası bugün Cumhur İttifakı’nın politikalarında kendisini gösterirken, bu politikalardan gerçek anlamda bir kurtuluşun sermaye politikaları sınırları içinde kalarak mümkün olamayacağı açıktır.

Emek Partisi

Paylaş: