EMEP yeni siyasal döneme uygun mücadele bildirgesi açıkladı
Emek Partisi, Bakırköy’de Cem Karaca Kültür Merkezinde düzenlediği basın toplantısıyla mücadele bildirgesi açıkladı. Açıklamaya çok sayıda sendika, siyasi parti ve meslek örgütü katıldı.
Emek Partisi (EMEP), İstanbul Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezinde düzenlediği basın toplantısı ile yeni dönemin ihtiyaçları doğrultusunda hazırladığı “Ekmek, Barış, Özgürlük İçin Saray Düzenine Son!” başlıklı mücadele bildirgesini işçi ve emekçilerle paylaştı. “Faşizme Geçit Yok, Saraya Rejimine Karşı Ekmek, Barış, Özgürlük İçin Birleşmeye ve Mücadeleye Çağrı” sloganıyla düzenlenen toplantıda Türkiye’nin “yeni bir dönemeçte” olduğu vurgulandı.
Basın toplantısına sendika, siyasi parti, emek ve meslek örgütü temsilcileri de katıldı. Basın toplantısının yapıldığı salonun sahnesine Filistin bayrağı asılırken toplantı bir sinevizyon gösterimi ile başladı. Salonun tamamen dolduğu toplantıda sık sık “İş, Ekmek, Özgürlük!” sloganı atıldı.
Toplantının açılışını Emek Partisi İstanbul İl Başkanı Sema Barbaros yaptı. Barbaros, basın toplantısına katılan kurum temsilcilerine teşekkür etti. Daha sonra kürsüye çıkan Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, bildirgeyi açıkladı. İşçi, emekçi, kadın, genç üzerinde artan baskılara dikkat çekilen bildirgede dönemin yeni mücadele olanakları da yarattığı ifade edildi
Bildirgenin açıklanmasının ardından Aslan gazetecilerin sorularını yanıtladı.
“Trump’tan aldığı icazetin ve meşruiyetin Türkiye halkları nezdinde hiçbir geçerliliği yoktur”
Gazetemizin muhabiri Dilan Temiz, ABD’de yapılan Erdoğan-Trump görüşmesine ilişkin şu soruyu yöneltti:
Geçtiğimiz günlerde BM Genel Kurulunda Cumhurbaşkanı Erdoğan kürsüden Filistin’e destek mesajları verdi ancak hemen ardından 25 Eylül’de ABD Başkanı Trump ile bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmede F35’ler, Boeing alımları, Rusya’dan petrol-doğalgaz alımlarının sonlandırılmasının vurguları yer aldı. Görüşme öncesi ABD Ankara Büyükelçisi, Tom Barrack’ın meşruiyet açıklaması görüşme boyunca gündeme gelen tartışmalardan biri oldu. Görüşmenin ardından ise bir takım enerji anlaşmaları açıklandı. Erdoğan ABD’den dönüşte “memnun” ayrıldığını söyledi. Tüm bu gelişmeler önümüzdeki dönem Türkiye’nin iç ve dış politikasını nasıl etkileyecek?
Aslan yanıtında şunları söyledi: “Öncelikle, Erdoğan ABD’ye gitmeden önce bazı gümrük vergilerinde büyük indirimler yaptı. Ardından, ABD ile savunma işbirliğine ilişkin adımlar attı; görüşmelerde Donald Trump ile samimi görüntüler verdi.
Bugün hem Türkiye’de hem de dünyada artan bir otoriterleşme ve baskı sürecinin başladığını yakından izliyoruz. Orta Doğu’da ve küresel ölçekte yaşanan gelişmeler, başta ABD emperyalizmi ve Batılı güçlerin tutumları olmak üzere; dünya halklarına, emekçilere ve hakları için direnenlere karşı sıradanlaştırılmış baskı ve şiddet aygıtlarının kullanıldığını gösteriyor.
Daha önce vurguladığımız gibi, Türkiye’de itibarı zedelenen ve halk desteğini kaybetmekte olan bir yönetim, ABD ziyaretinden bir itibar ve meşruiyet kazanmak amacıyla gitmiştir. ABD’de yapılan görüşmelerin ardından Türkiye’de yeniden daha saldırgan politikalar, yeni belediye operasyonları ve muhalif güçlere yönelik baskıların artacağını; Kürt sorunununda çözümsüzlüğün derinleşeceğini öngörüyoruz. Bu açıdan Erdoğan’ın Trump’tan aldığı icazetin ve meşruiyetin Türkiye halkları nezdinde hiçbir geçerliliği yoktur.
“NATO’dan çıkılması ve askeri üslerin kapatılması gibi adımlar acil görevlerimiz arasındadır”
İsrail’in bölgede uyguladığı soykırımcı politikaların arkasında ABD emperyalizminin durduğunu; bunun Filistin halkı için soykırımın devamı, Suriye için gerici şeriatçı güçlere dolaylı destek, Aleviler, Kürtler ve Êzidiler içinse daha fazla katliam anlamına geldiğini biliyoruz. İçeride ise ana muhalefet de dahil olmak üzere baskı ve sermaye odaklı politikaların daha da ileri taşınacağı bir dönemin başlayacağını değerlendiriyoruz.
Bu nedenle çağrımız nettir; terörle ilişkilerin kesilmesi, NATO’dan çıkılması ve askeri üslerin kapatılması gibi adımlar acil görevlerimiz arasındadır. Saray rejimi yıkılmadan, bu iktidar değişmeden iş birlikçi politikaların daha da derinleşeceği açıktır.
Bölgenin ve Türkiye’nin kurtuluşu için işçi sınıfı, emekçiler ve tüm ezilen kesimlerin; demokrasi güçlerinin önümüzdeki dönemde güçlerini birleştirmesi; talepler etrafında örgütlenmesi ve saray düzenini yıkması gerekmektedir. Ancak bu şekilde kendi geleceğimizi güvence altına alabiliriz. Giderek halk desteğini kaybeden Erdoğan’ın ABD ziyaretinin ona itibar ve güç kazandırmayacağını; aksine halkların çıkarlarına zarar verecek politikaların derinleşmesine yol açacağını bir kez daha ifade ediyorum.”

“Ulusal ve demokratik taleplerini zayıflatacak bir tutum sürdürülüyor”
Ayrıca TELE1’den Gazeteci Musa Özuğurlu, Aslan’a şu soruyu yöneltti:
Öncelikle sürece yaklaşımınızı öğrenmek istiyorum. Gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce atılan adımlar gerekli ve yeterli miydi? Değilse bu konudaki önerileriniz nelerdir? Bu sorunların çözülmesi için hangi adımlar atılmalı? İkinci olarak, Türkiye’de değişim gerektiğinden bahsettiniz. Bölgedeki diğer değişim dinamikleriyle, Türkiye dışındaki benzer hedefleri gözeten aktörlerle bir iş birliğiniz ya da temasınız var mı? Yani bu mücadelenin bölge çapında yürütülebilmesi için bir birliktelik söz konusu mu?
Aslan’ın yanıtı şu şekilde oldu:
“1 Ekim 2024’te Bahçeli ile DEM Parti ile el sıkışmasının ardından Türkiye’de Kürt sorununun çözümüne dair yoğun tartışmalar yaşanıyor. Mecliste kurulan komisyon uzun süredir çalışıyor; çeşitli kurumların, aydınların, sanatçıların, yazarların ve bilim insanlarının görüşleri ile önerileri dinleniyor. Sürecin bu noktaya gelmesinin temel nedeni, saray rejiminin — Cumhur İttifakının — ülke çapındaki sıkışmışlığıdır; bu, aniden samimi bir uzlaşma arayışından kaynaklanmıyor.
Süreç başlatılırken dikkat çeken nokta, iktidarın Kürt halkının taleplerini en aza indirgeyerek bir çözüm arayışına girmesi oldu. Yani bir tarafta süreci başlatma görünümü varken, diğer tarafta Kürt halkının ulusal ve demokratik taleplerini zayıflatacak bir tutum sürdürülüyor. Saray iktidarı bu alanda yeni manevralar yapmaya çalışacak; Kürt siyasal hareketinin ve Kürt halkının desteğini almaya yönelik hamleler görebiliriz. Ancak bunun nasıl gerçekleşeceği belirsizdir.
Bugüne kadar somut uygulamalar sınırlı kaldı: Görüşmeler ve tartışmalar yapıldı, komisyon kuruldu; fakat uygulamada atanan kayyımlar hâlâ görevde, seçilmiş belediye başkanları, meclis üyeleri ve muhtarların görevlerine iadesi sağlanmadı. Cezaevlerindeki binlerce Kürt siyasetçinin durumu çözülmedi; hasta tutuklular bırakılmıyor.
Kürt siyasi hareketine dönük cezaevinde tutuklu bulunan binlerce insanın salı verilmediği, cezalarını dolduranların bile bırakılmadığı açık. Hasta mahpusların bırakılmadığı açık. İmralı’ya iktidar ne zaman isterse kapıları açıyor, görüşmeleri sağlıyor. İstemediği koşullarda da o kapıları kapatabiliyor. Suriye’de, Rojava’ya dönük tehditler sürüyor. İktidar istediğinde görüşme kapılarını açıyor, istemediğinde kapatabiliyor.
“Bu adımlar olmadan gerçek bir çözüm sağlanamaz”
Bakın Mecliste kurulan komisyonda Kürt annesi Kürtçe konuştu diye hâlâ o eski Mecliste olan bitenler gibi bilinmeyen dil olarak engel çıkarmıyor. Sorunu böyle çözemezsiniz. Ya da bölgede katliamlara eşlik etmiş katliamları yaşatmış olan Hizbullah’ın çeşitli sözcülerini getirip orada konuşturarak bu sorunu çözemezsiniz. Geçmişte parti kapatma davaları ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması gibi ağır uygulamalar yaşandı. Bugün derhal atılması gereken somut adımlar ortadadır: seçilmiş belediye başkanlarının, meclis üyelerinin ve muhtarların görevlerine iadesi; siyasi tutukluların, örneğin Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın serbest bırakılması; siyasi yasakların kaldırılması ve güven inşası için gerekli hukuki düzenlemelerin yapılması. Bu adımlar olmadan gerçek bir çözüm sağlanamaz.
Ayrıca bölgede katliamlara karışmış veya şiddeti desteklemiş aktörleri muhatap alarak sorunu çözemeyiz. Barışın kalıcı olması isteniyorsa anadilde eğitim hakkı dahil temel hakların güvence altına alınması, sınır ötesi tehditlerden vazgeçilmesi ve somut hukuki güvencelerin getirilmesi gerekir.
Sonuç olarak, tartışmalar önemli olsa da uygulama ve güven inşası olmadan bu sürecin başarılı olması mümkün değildir. Somut ve acil adımlar atılmalıdır; aksi halde süreç göstermelik kalma riski taşımaktadır.”
“Ekmek, barış, özgürlük için mücadeleye!”
Soruların ardından Aslan, birleşmek, mücadele etmek ve örgütlenmekten başka bir yol olmadığını hep birlikte gördüklerini söyleyerek, ” Kadınlara çağrım şudur; kadınların öldürülmemesine, sokakta özgürce dolaşmalarını engelleyen uygulamalara karşı; eşit işe, eşit ücrete ve daha geniş haklara sahip olmak için birleşin ve mücadele edin. Gençlerin geleceğinin ellerinden alınmasına, diplomalarının iptal edilmesine ve geleceklerinin karartılmasına izin vermemek için gençleri birleşmeye ve mücadeleye çağırıyoruz. Üreticilerin köylerin topraklarının el konulmasına ve ürünlerinin değersizleştirilmesine karşı üreticileri birleşmeye ve mücadeleye davet ediyoruz” dedi.
Aslan son olarak şu çağrıda bulundu: “Türkiye’de parçalı şekilde süren muhalefetin, demokrasi güçlerinin birleşik mücadelede bir araya gelmesi; talepler etrafında örgütlenmesi ve saray düzene karşı hep birlikte mücadele etmesi gerektiğini savunuyoruz. tespitlerimiz ve çağrılarımız kendiliğinden gerçekleşmeyecek. Bu yüzden çağrımız nettir: Ortaya koyduğunuz politikalar ve talepler temelinde; fabrikalarda, mahallelerde, okullarda, hastanelerde ve çalışma alanlarımızda her gün yeniden, yılmadan bu düzenin çürümüşlüğünü, kopuşunu anlatarak; insanları örgütleyerek ve sistemi teşhir ederek hep birlikte bu saray düzenine, sermaye düzenine ve iktidara son verebiliriz. Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz. Ekmek, barış, özgürlük için mücadeleye!”
