Mersin’de barış ve çözüm süreci tartışıldı
Emek Partisi, CHP ve DEM Parti Mersin İl örgütlerinin ortak düzenlediği “10 Ekim’den bugüne Demokrasi ve Barış” mücadelesi paneline yoğun ilgi oldu.
EMEP, CHP ve DEM Parti Mersin İl örgütlerinin ortak düzenlediği “10 Ekim’den Bugüne Demokrasi ve Barış Mücadelesi” paneline yoğun ilgi oldu. Konuşmacı olarak CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, TJA aktivisti Sabahat Tuncel ve EMEP Genel Başkan Yardımcısı Levent Tüzel’in katıldığı panele 650 kişi katıldı.
10 Ekim Katliamı’nda yaşamını yitirenlerin anısına yapılan ve yoğun ilgi gören panel, “10 Yıl Önce 10 Ekim” adlı sinevizyon gösterimiyle başladı. Panelin açılış konuşmasını yapan EMEP Mersin İl Başkanı Sedat Başkavak, 10 Ekim Katliamı’nın üzerinden 10 yıl geçtiğini, yaşamını yitirenlere barış ve demokrasi sözleri verdiklerini, bugün onlara sahip çıkmanın mücadelenin büyütülmesinden geçtiğini söyledi. 7 Haziran 2015 seçimlerini yok sayan AKP iktidarının şiddete başvurduğunu, katliamlar yaparak yeniden iktidar olduğunu hatırlatan Başkavak, barışı, demokrasiyi ve ortak mücadeleyi konuşmak üzere EMEP, CHP ve DEM Parti olarak böyle bir panel düzenlediklerini belirtti.
Panelin moderatörlüğünü öğretim üyesi Esra Ergüzeloğlu yaptı. Ergüzeloğlu, konuşmacıları tanıttıktan sonra ilk sözü Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Levent Tüzel’e verdi.

“Bir mücadele, bir direniş cephesi örmek gerek.”
10 Ekim’de yaşamını yitirenleri anarak konuşmasına başlayan Tüzel, halkları terör ve katliam tehdidiyle boğmak isteyen saray iktidarının bunun tohumlarını 7 Haziran seçimlerini kaybettiğinde attığını aktardı. Barış, demokrasi ve emek mücadelesinin iç içe olduğunu belirten Tüzel, bugün saray iktidarına karşı bir mücadele cephesi, bir direniş cephesi örmek gerektiğini söyledi.
İktidarın baskı ve şiddetten beslendiğini, rıza üretemediğini, işçi ve emekçilerin düşmanının belli olduğunu söyleyen Tüzel, “Tek adam işçilerin grevini yasaklıyor. Onun atadığı Tokat valisi, alın terinin hakkını isteyen işçinin eylemini üç gün boyunca yasaklıyor. Temel hak ve özgürlükler askıya alınıyor. Bütün bu olup bitenlere karşı ezilmişler ordusu olarak cepheyi her açıdan örmemiz lazım. Mahallemizde, işyerimizde, okullarımızda, sorunlarımız karşısında birleşmemiz ve mücadele etmemiz lazım. Barış meselesi, demokrasi meselesi ve emek meselesi için birleşik bir mücadele verirsek kazanırız. Bugün CHP’ye yönelik saldırılar da, barış meselesi de, yoksullukla mücadele de hepimizin sorunudur. CHP ezildiğinde karanlık rejimi dayatacak; bunun adı faşizmdir. Onun için beklememek lazım. Partileriyle, sendikalarla, meslek odalarıyla, inanç örgütleriyle bir mücadele cephesi kurmalıyız” dedi.
Tuncel: “Biz kendimize güveniyoruz”
TJA aktivisti Sebahat Tuncel, 10 Ekim, Suruç, Roboski başta olmak üzere bu topraklarda binlerce insanın yaşamını yitirdiğini söyledi. Yaşamını yitirenlere barış sözleri verdiklerini ifade eden Tuncel, bugün müzakere sürecinin devam ettiğini belirtti. Devlete güven olmayacağını bildiklerini söyleyen Tuncel, “Biz kendimize güveniyoruz. Bize ‘Neden barışıyorsunuz? AKP ile barış olur mu?’ diyorlar. Biz savaşın bitsin, insanlar ölmesin istiyoruz. Bir kişi dahi yaşamını yitirmesin, çocuklarımız toprağa gömülmesin diyoruz. Bizim, ülkenin, bütün halkların barışa ihtiyacı var. Bugün iktidarda AKP olduğu için onunla görüşüyoruz. Bu AKP’yi ve onun uyguladığı politikaları desteklediğimiz anlamına gelmiyor. Toplum değişim istiyor. İşçi sınıfı, yoksullar — herkesin barışa ihtiyacı var. Eşitsizlik had safhada çünkü kaynaklar savaşa gidiyor” diye konuştu.
“Barışı halklar inşa edecek”
“Barışı kim inşa edecek?” diye soran Tuncel, barışı halkların inşa edeceğini, barış isteyenlerin bunu kuracağını söyledi. Tuncel, “Barışı devlete, Bahçeli’nin tekeline bırakamayız. Onların istediği negatif barıştır. Biz pozitif barış istiyoruz. Pozitif barış ancak barış isteyenlerin elini taşın altına koymasıyla olur.” Zor bir süreç olduğunu aktaran Tuncel, Kürt’ün, Alevi’nin devlete güvenmemek için çok nedeni olduğunu ifade etti. Sivas, Gazi, Roboski, 10 Ekim gibi çok sayıda katliamın aydınlatılmadığını, sorumluların yargılanmadığını ve bir yüzleşmenin gerçekleşmediğini belirtti.
AKP-MHP’ye güvenmemek için çok nedenin olduğunu söyleyen Tuncel, “AKP, MHP kendi çıkarlarını korumak için; biz de kendimizi korumak ve kendi barışımızı kurmalıyız. Bunun için özne olmalıyız.” Anayasa deyince “Tayyip Erdoğan başkan mı yaptıracaksınız?” diye sorulduğunu hatırlatan Tuncel, “Selahattin Demirtaş çıksın, o cumhurbaşkanı olsun; neden Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yaptıracağız?” diye sordu.
“Kürt sorununu meclis çatısı altında çözmek istiyoruz”
Daha sonra konuşan CHP Grup sözcüsü Gökhan Günaydın da 10 Ekim’de yaşamını yitirenleri andı. Gösterilen sinevizyonun süreci çok iyi anlattığını söyledi. 2009’da bir süreç başladığını hatırlatan Günaydın, “2014’te süreçle ilgili bir kanun çıkarıldı, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe mutabakatı açıklandı. Daha sonra Tayyip Erdoğan, yurt dışına giderken ‘Ben bu mutabakatı doğru bulmuyorum’ dedi. Sanki o kanun ondan habersiz yapılmış, sanki Dolmabahçe protokolü onun bilgisi dışında yapılmış gibi davrandı. Niye? Çünkü sürecin kendisini güçlendirmediğini, barış ve demokrasi isteyenlerin kendisini desteklemediğini gördü” dedi.
Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” dediğini hatırlatan ve salona Demirtaş’ı alkışlatan Günaydın şöyle konuştu: “7 Haziran 2015’te AKP iktidar olamadı ve ardından Suruç, 10 Ekim katliamları yaşandı. O dönemde bir tarafta iç güvenlik paketi hazırlıyorlardı, bir taraftan da çözüm süreci yürütülüyordu. Bugün de komisyon kuruldu; ‘CHP oturmasın’ diye uğraştılar, biz komisyona katıldık, bu sefer ‘CHP kalksın’ diye uğraştılar. Bir taraftan memlekete barış, demokrasi getireceğiz diyorlar; bir taraftan da memleketin üzerinde her türlü baskıyı kuruyorlar. CHP olarak Kürt sorununun Meclis çatısı altında çözülmesini istiyoruz. Güven verici adımlar atılmıyor. İktidar samimi olsa kayyımı yasalardan çıkarır. 12 siyasi parti ile birlikte kayyım düzenlemesine itiraz ettik. AKP samimiyse kayyımlarla ilgili düzenlemeyi kaldırsın. Demokratik adım atmak istiyorsa kayyım düzenlemesini iptal etsin. Anayasa ve AİHM kararlarına uysunlar; Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ çıksın — bunun için yasal bir düzenlemeye gerek yok. Tutuklu belediye başkanlarının çıkmaması için yasal düzenleme mi var? Hasta mahpuslar hâlâ tutuklu; Adli Tıp, hasta olanlara ‘hasta değil’ raporu veriyor. Ekrem İmamoğlu 23 Mart’ta tutuklandı. İmamoğlu dört defa Tayyip Erdoğan’ı yenmeseydi diploması iptal edilir miydi?”
“Somut adım atmıyorlar”
Gökhan Günaydın, daha önce HDP’ye yapılan saldırıların bugün de kendilerine yapıldığını, buna karşı demokratik muhalefeti birlikte örgütlemek gerektiğini söyledi. Barış, demokrasi, refah ve özgürlükler içinde yaşayacağımız bir Türkiye’nin mümkün olduğunu belirten Günaydın, “Bugün niye barış Recep Tayyip Erdoğan ve Bahçeli’nin aklına geldi? Çünkü saatleri Suriye’ye kurulu olduğu için dedi. Suriye’deki gelişmelere göre hareket ediyorlar. Somut adım atmıyorlar. Komisyon hep dinledi ama eyleme geçmiyor” dedi.
Üç konuşmacının sunumlarının ardından panel soru-cevap kısmı ile devam etti. Çok sayıda kişi söz alarak sorular sordu ve katkılarda bulundu. Bir kişinin Sebahat Tuncel’in “Sayın Öcalan” söylemine tepkisi oldu. Bir dinleyici de, “CHP’ye güvenebilir miyiz?” diye sordu.
Başka bir katılımcı Sebahat Tuncel’e “Sorunu yaratanlarla sorunun çözümü mümkün mü?” diye sordu. Yine Tuncel’e, “23 yıldır ülkeyi yöneten ve hiçbir sorunu çözmeyen bu iktidara nasıl güveniyorsunuz?” diye soruldu.
Bir izleyici ise CHP’ye bir araya gelmek için “19 Mart operasyonunu beklemek mi gerekiyordu? Daha önce kayyımlar atandı, Demirtaş, Kavala, Can Atalay tutuklandı. Eğer o gün yaratılan toplumsal muhalefet o gün yaratılsaydı, atı alan Üsküdar’ı geçer miydi?” diye sordu.
Bir başka dinleyici, “Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber ya hiçbirimiz. Birleşe birleşe kazanacağız ve ‘susma, sustukça sıra sana gelecek’ sloganlarında olduğu gibi birleşmek, bir partide toplanıp tek adamı göndermek” gerektiğini söyledi.
Tüzel’e ise “İşçiler barış sürecinin neresinde?” diye soruldu.
Sorulan sorulardan ve yapılan katkılardan dolayı salonda hararetli ve interaktif bir ortam yaşandı.
Diğer taraftan karşılıklı tartışmalar, özellikle CHP ve DEM tabanının birlikte tartışma kültürünü geliştirmeye ihtiyaç olduğunu gösterdi.
“İktidarda CHP olsaydı onunla görüşürdük”
Sorulara cevap veren Tuncel, barışın bir zorunluluk olduğunu söyledi. Değişimi çok istediklerini, Kılıçdaroğlu adaylığında CHP’ye oy verdiklerini ama onların hükümete gelemediğini ifade etti. AKP iktidarda olduğu için onunla görüşüyoruz; CHP olsaydı onunla görüşerek sorunu çözecektik. Bugün muhatap AKP olduğu için onunla müzakere ediyoruz, aynı zamanda mücadele de ediyoruz. Bizim AKP ile bir anlaşmamız yok. Sadece barışı sağlamaya çalışıyoruz. Biz demokratik cumhuriyeti savunuyoruz; barış bu sürecin gidişini engelleyecek dedi.
“CHP’nin de hataları oldu”
İkinci turda konuşan Gökhan Günaydın ise “Sadece kendi penceremizden bakmakla dünyayı okuyamayız. Başkasının penceresinden de bakmasını becermek lazım.” dedi. CHP’ye yönelik soru ve eleştirilere de değinen Günaydın: “CHP’nin de hataları oldu. Dokunulmazlıklara onay vermek yanlıştı. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı yanlıştı. Yanlışa da yanlış diyoruz. Ama bugün yeni bir CHP ve yeni bir mücadele içerisindeyiz.” Meselenin Erdoğan, Bahçeli meselesi olmadığını, sorunun tek adam sistemi olduğunu, kurmak istedikleri rejim olduğunu söyledi. AKP’nin saldırıları karşısında gençler başta olmak üzere herkesin siyasallaştığını vurgulayan Günaydın, önemli olanın örgütlü bir şekilde karşı koymak olduğunu belirtti.
“Kürtlerin ulusal hakları tanınmalıdır”
Son olarak konuşan Tüzel, salondaki atmosfere atıfta bulunarak yıllardır siyasi iktidarın yukarıda boca ettiği propagandanın belli etkileri olduğunu, alerjiler ve önyargılar bulunduğunu söyledi. Meclis’te Öcalan’a tepki gösteren siyasi partilerin olduğunu, şiddetli atışmalar yaşandığını belirterek “Birbirimizi anlamak ve dinlemek gerektiğini” söyledi. Tüzel, “Birlikte yaşayacaksak, barış içinde, eşit haklar temelinde o zaman birbirimizi anlayacak ve birbirimizin hakkına saygı duyacağız.” dedi.
“40 bin kişinin katilini övemezsiniz” gibi söylemlerin olduğunu, bu nefret söyleminin ve ayrıştırıcı dilin bir tarafa bırakılması gerektiğini belirtti. Bu ülkede sürdürülen politikanın bir halkın, bir ulusun yok sayılmasının sonucu olduğunu söyledi. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Kürt halkının devre dışı bırakılmasının, halkların silinmesinin bir sonucu olduğunu vurguladı. Türk, Kürt ve değişik milliyetlerden emekçilerin hayatını kaybetmesinin egemenlerin inkâr siyasetinden kaynaklandığını ifade etti. Yani bu tablonun sorumlusu devleti yöneten güçlerdir. Bugün yeniden bir barış adımı atmak durumunda kalan iktidarın, komisyonun başkanı öncelikle bu kayıplar adına bütün toplumdan özür dilemesi gerektiğini söyledi. Barış annesinin Meclis’te Kürtçe konuşmasına izin verilmediğini, sadece silahların bırakılmasının yeterli olmadığını; aynı zamanda silaha sarılmanın nedeni olan Kürt’ün ulusal hakkının tanınması gerektiğini, bunun önündeki engeller kaldırılmadığı sürece barışı sabote edecek engellerin ortadan kalkmayacağını belirtti.
İşçi sınıfının barıştan yana tutum almasının önemli olduğunu, barış ortamının sınıf kardeşliğini ve sınıf mücadelesini güçlendireceğini söyleyen Tüzel, silahsızlanma ve çatışmasızlık ortamını daha ileri taşıyacak işler yapmak gerektiğine değindi.
“Yerellerde mücadeleyi örmeliyiz”
Kürt siyasi hareketinin hükümetle bir uzlaşma ve barış arayışı içinde olmasının anlaşılır olduğunu; bunu yok sayamayacaklarını veya “Niye böyle yapıyorsunuz?” demeyeceklerini belirtti. Ancak halkların ve ülkenin geleceğinin en büyük engelinin saray rejimi olduğunu vurguladı. Bunu gözden kaçırmamamız gerektiğini söyledi. Tek adam dediğimiz despotik, otoriter yönetimin ülkeyi karanlığa sürüklediğini ifade etti. Bu sadece Erdoğan ve Bahçeli’nin niyetiyle ilgili değil; sınıfsal ve siyasal hedeflerle de ilgili olduğunu ekledi. Kürt siyasetçilerinin veya Kürt halkının faşist bir rejime destek vereceği sonucu çıkmayacağını belirtti.
Kürt halkı yaşadıklarından çıkardığı sonuçla barış ve demokrasi mücadelesi içinde yer alıyor ve almaya devam edecek.
“İş istiyoruz, özgürlük istiyoruz, yoksulluk sınırı üzerinde ücret istiyoruz” diye mitingler düzenlemeliyiz. Yarın Mersin Şişecam’da, Serbest Bölgede işten atılmalar olunca buna karşı durmalıyız. Kısacası barış, demokrasi ve emek için birlikte hareket etmeli, büyük bir emek-barış-demokrasi cephesi kurmalıyız. Ancak kitlesel, birleşik bir mücadele bu iktidarı durdurabilir. Bugün yukarıdan, parti merkezlerinden beklemeden yerellerde bu mücadeleyi örgütlemeliyiz.
