Ramazan Bayramı boyunca özellikle İstanbul’un merkezi noktalarında “biraraya” gelen mültecilerin görüntüleri gündeme geldi. Çoğunlukla trol hesaplar tarafından yaygınlaştırılan videoların ardından tartışmalar kaotik bir hal aldı. Mültecileri kent merkezlerinde, dinlenirken ya da eğlenirken görmeye tahammül edemediklerini söyleyenler, mültecilerin güvencesiz, kötü koşullarda, ucuza çalıştırıldığını görmemek için ise gözlerini kapatıyorlar.
Mültecilerin kent merkezlerinde görünür olduğu videoların sosyal medyada yayınlanmasıyla başlayan ‘istila, vatan elden gidiyor’ tartışmasının boyutları tehlikeli ve hassas bir noktaya doğru ilerlemeye başladı. Kısa filmlerle yayılan manipülatif bilgiler toplumda var olan sorunların sebebini mülteciler olarak göstererek halkın mülteci düşmanlığına savrulmasına dayanak olmuştur.
Mültecilere yönelik ırkçı saldırıların cezasız kalmasıyla birlikte bu ırkçı tartışmaların şiddet olaylarına dönüşme riski bulunmaktadır.
Körüklenen öfke ileride yeni ırkçı saldırılara zemin hazırlamaktadır. Yerli ve mülteci işçi emekçiler ise bu ırkçı saldırıların asıl kaybedeni olacaktır.
Bu tehlikeli durum karşısında sermaye partilerinin aldığı tavır ise mülteci düşmanlığı üzerinden oy devşirmektir.
Halk bayram yapamamakta, evine şeker alamayan akrabalarını ziyarete gidemeyen yoksul emekçi halka, yoksulluğun sebebi iktidarın ekonomi politikalarıdır demek yerine, mültecilerdir diyenler bu karanlığı elbirliğiyle örmektedir.
İşsizlik, yoksulluk ve ekonomik krizle boğuşan emekçilerin öfkesinin iktidara ve iktidarı yönetmeye aday burjuva muhalefete yönelmesinden korkan hükümet ve sermaye partileri göçmen düşmanlığını kendileri için bir can simidi olarak görmektedir. Düzen muhalefeti ise iktidarın mülteci politikasızlığında ekmeğine yağ sürerek, kim kaç milyon insani en çabuk ne zaman gönderir üzerinden bir hesaba girişmektedir.
Mülteciler, sınıfsız zümresiz bir topluluk değil, bir kısmı savaştan zenginleşen, insan ticareti yapan, burjuva sınıfa ait. Fakat büyük kısmi yoksul emekçilerden oluşan bu topluluğu AB’yle pazarlık aracı olarak kullanan hükümet ile ucuz emek gücü olarak kullanan sermayeden hesap sormak yerine öfkeyi mültecilere yöneltmek bugün açısından iktidar, düzen muhalefeti ayrımı olmaksızın sermayenin ve onun siyasal partilerinin isine gelmektedir.
2023 seçimlerinin ufukta görünmesi ve memleketin seçim sathı mahalline girmesiyle birlikte, Mültecileri geri gönderme tehdidi hem muhalefet hem de iktidar partileri tarafından ‘başarının anahtarı’ olarak görülmektedir. Şehirlerde ‘işgal ve savaş’ ortamının yaratıldığı vurgulanan videoların ardından başlayan ve tehlikeli bir hal alan ‘mülteci düşmanlığı’nın yükselmesi ise iktidar partisi AKP, muhalefet partisi CHP ve varlık nedenini mülteci düşmanlığı üzerine kuran siyasi partiler tarafından köpürtülmektedir.
AKP hükümeti ise, 10 yıldır çözüm için ortaya koyamadığı mülteci politikalarını ‘geri göndereceğiz’ sonucuna bağlayarak hem üzerindeki sorumluluğu atmaya hem de oy devşirmenin peşine düşmüş durumdadır.
Sermaye partilerinin benimsediği ‘en iyi biz göndeririz’ politikası güvenli geri dönüş koşulları sağlanmadığı sürece mültecilerin insan haklarına saldırmaktan ötesine geçmeyecektir.
İktidar ve düzen muhalefeti tarafından ‘biz çözeriz’ denilerek benimsenen zenofobik popülizm ülkeyi daha büyük krizlerin eşiğine sürüklemektedir. Tüm bu düşmanlığın karşısında ise biz Emek Partisi olarak
Daha birkaç gün önce 1 Mayıs’a katılan göçmen ve yerli işçilerin yarattığı birliktelik ve mücadelenin sermaye partilerinin köpürttüğü sağ popülizme yenilmemesi adına mülteci düşmanlığına karşı sınıf kardeşliğini örgütlemeye devam edeceğiz! İşçi ve emekçiler bu karanlıktan çıkış yolunu göstermektedir. Ocak ayında yüzlerce fabrika iş yeri mahallelerde zamlara ve ücretlere yönelik eylem direniş protestolar örgütlenmiş, bu eylemler önce Newroz sonra yaygın ve kitlesel 1 Mayıs ile taçlanmıştır. Çözüm buradadır! Çözüm bizlere reva görülen yoksulluğun karşısında yerli-mülteci ayrımı yapmaksızın işçi sınıfının birliğini kurarak, düşmanlığın karşısında durmaktır
Emek Partisi olarak, mülteciler ile yerli halkın birarada ortak sorunlarının çözülmesi için atılacak adımları kamuoyuyla daha önce de paylaşmıştık. Bunları yeniden hatırlatarak işçi ve emekçilere mücadeleyi birlikte örmeye çağrı yapıyoruz;
AKP hükümetinin imzaladığı “Geri Kabul Anlaşması’ndan sonra AB’nin göçmen deposu olduk! Dolayısıyla “Geri Kabul Anlaşması” ivedilikle iptal edilmelidir. Mültecilerin Türkiye dışında üçüncü bir ülkeye iltica başvurusunun önünü açılmalıdır. Bu çözüm hem mültecileri hem de onlarla birlikte yaşayan yerli halkı rahatlatacaktır.
Türkiye’de yaşayan milyonlarca mülteci BM gözetiminde uluslararası devletler tarafından paylaşılmalı. Savaş, açlık ve yoksulluğun sorumlusu devletler mülteci alımından kaçmamalıdırlar!
On yılda birikmiş sorunlar bir günde çözülmez, çözülemez! Aksini iddia edenler ya da iktidara geldiklerinde Suriyelileri bir günde göndereceğini söyleyenler, popülist politikalarıyla sosyal fay hatlarının gerilmesine neden olmaktalar. Bu siyaset anlayışı yerli halkı mültecilere karşı kışkırtmakta, şoven saldırılara davetiye çıkarmaktadır. Altyapı sağlanmadan, daha önce AKP’nin yaptığı gibi “bir gecede herkesi vatandaşlığa geçirme” vaatleri gerçekçi değildir, kriz tellallığıdır. Örneğin savaş suçlarına bulaşmış kişiler bu kapsamın dışında tutulmalıdır. Suriye, Afganistan yahut geldiği ülkeye dönmek isteyen mülteciler için “güvenli geçiş yolları” açılmalıdır. Kalmak isteyen mülteciler ile eşit bir biçimde birarada yaşamın olanaklarını sağlayan politikalar üretilmelidir.
UMUT YEĞİN
Genel Başkan Yardımcısı