SAVAŞ, YOKSULLUK VE KURAKLIK MİLYONLARI GÖÇE ZORLUYOR!

SAVAŞ, YOKSULLUK VE KURAKLIK MİLYONLARI GÖÇE ZORLUYOR!

SAVAŞ, YOKSULLUK VE KURAKLIK MİLYONLARI GÖÇE ZORLUYOR!

Emperyalistler arasındaki çelişki ve çatışmalar, yoksulluk, kuraklık, etnik ve mezhepsel çatışmalar sonucunda Dünyada yerinden edilmiş 120 milyon insan var. Göçe zorlanan milyonlarca insan sınır kapılarında, göç yollarında, gittikleri ülkelerde tarlalarda, fabrikalarda ve geri gönderme merkezlerinde insanlık dışı muamelelere maruz kalıyor.  2025 yılında 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde durum değişmedi giderek kötüleşti. Yaşanan bu devasa göç dalgalarının sorumlusu halklar değil, emperyalist savaşlar, sömürgeci politikalar ve kapitalist krizlerdir. Bugün Filistin’de, Sudan’da, Afganistan’da, Ukrayna’da ve Suriye’de yaşanan yıkımın arkasında emperyalist çıkar hesapları ve bölgesel gerici ittifaklar vardır. Ortadoğu’yu yeni bir savaş sarmalına çeken İsrail’in İran’a saldırması yalnızca iki devletin değil, tüm bölge halklarının, özellikle işçilerin ve emekçilerin üzerine bomba gibi düşmektedir. Siyonist saldırganlık ve bölgesel iktidar hesapları, milyonlarca insanı yeniden yerinden etme tehdidi yaratmakta, bölgeyi daha fazla göçe ve yıkıma sürüklemektedir.

Türkiye, bu savaşların ve krizlerin ortasında, on yılı aşkın süredir milyonlarca Suriyeliye ev sahipliği yapmaktadır. Ancak bu ev sahipliği, sömürü, dışlama ve güvencesizlik üzerine kuruludur. Mülteciler, düşük ücretli, sigortasız, ağır işlerde çalıştırılmakta; toplumsal ırkçılığa ve her düzeyde şiddete açık hale getirmektedir.

Afgan işçi Nourtani’nin patronlarına uygulanan cezasızlık bu ülkede mülteci işçilere nasıl bakıldığının özeti olmuştur. Hiçbir önlem alınmadan, hiçbir hakkı tanınmadan, yalnızca “ucuz iş gücü” olarak görülen tarımda, tekstilde, ayakkabıda, inşaatta çalışan binlerce mülteci işçi, patronlar için “maliyet avantajı”, devlet için “siyasi koz”, sokakta ise “günah keçisi” haline getirilmektedir.

Mülteciler yalnızca emek sömürüsüne değil, aynı zamanda idari ve fiziksel şiddete de maruz kalmaktadır. GGM (Geri Gönderme Merkezleri), fiilen birer hukuksuz gözaltı merkezi olarak çalışmakta, hak arayan, iltica eden ya da sadece kimlik kontrolünde yakalanan göçmenler aylarca kapalı tutulmaktadır. Avukat erişimi, çevirmen desteği, sağlık hakkı gibi en temel haklar sistematik biçimde ihlal edilmektedir.

Bugün iktidar da muhalefetin büyük kısmı da göçmenleri bir “yük”, “tehdit” ya da “pazarlık konusu” olarak ele almakta. Bir yandan ülkeyi ucuz emek cennetine çevirenler diğer yandan mültecilerin geri gönderilmesi üzerinden dahi rant planları yapmakta, Suriye’de emperyal heveslerle yeniden inşa yoluna girmektedir. Tam da bu tablo içerisinde İçişleri Bakanı’nın Suriyeliler geri dönmek istiyor, yaz aylarında binlerce kişinin geri dönmesini bekliyoruz çağrısının gerçekte ne anlam ifade ettiğini anlamak üzere, mültecilerin en yoğun yaşadığı kentler olan İstanbul, Adana, Antep’te mülteci işçilerle yaptığımız anketlerle geri dönüş meselesini onların gözünden gördük. İstanbul, Adana ve Antep illerinde görüştüğümüz Suriyeli mültecilerin verdiği yanıtlar, geri dönüş konusundaki yaklaşımı daha yakından görmemizi sağlıyor. Her üç kentte de temel sorunlar ve düşünceler benzerlik gösteriyor:

 Geri dönüş konusunda belirleyici faktörler:

* İşçilerin çoğu güvenlik, barınma ve geçim koşulları sağlandığı takdirde dönmek istediklerini belirtmiştir. Ancak bugünkü Suriye’de bu koşulların mevcut olmadığına dikkat çekmişlerdir.

* Elektrik, su, internet gibi altyapı sorunları, özellikle kadın katılımcılar tarafından geri dönüşün önündeki en büyük engeller arasında sayılmıştır.

* “Evimiz var ama tamir gerekiyor”, “okullar yok denecek kadar az” gibi ifadeler geri dönüşün pratik zorluklarını ortaya koymaktadır.

 Türkiye’de kalma nedenleri:

* Çocukların Türkçeye uyum sağlamış olması, Arapça okuyamıyor olmaları nedeniyle ailelerin geri dönmekten çekindiği görülmektedir.

* Bazı katılımcılar Türkiye’yi “Müslüman bir ülke” olarak tanımlayarak kültürel yakınlık nedeniyle kalmayı tercih ettiklerini belirtmişlerdir.

* Ancak bu tercih mutlak değildir; çoğu kişi, “kalıyoruz ama ayrımcılık bitmiyor” diyerek toplumsal dışlanma ve vatandaşlık statüsü belirsizliğinden şikayetçidir.

 Türkiye’deki başlıca sorunlar:

* Sigortasız, düşük ücretli çalışma en yaygın sorunların başında geliyor.

* Ayrımcılık ve dışlanma, kadın ve erkek katılımcılar tarafından doğrudan ifade edilmiştir.

* “Türkler gibi muamele görmek istiyoruz”, “bizim de vatandaş gibi hakkımız olsun” talepleri öne çıkmaktadır.

Mültecilerin kendi sözleriyle anlattıkları bu tablo içerisinde Emek Partisi olarak bir kez daha belirtiyoruz ki;

Zorla geri gönderme politikasına son verilmelidir.

Savaşın sürdüğü, altyapının olmadığı, güvenliğin sağlanmadığı bir yere geri dönüş, “gönüllü” değil, zorla olur. Bu da uluslararası hukuka aykırıdır. Geri dönüş ancak onurlu, güvenli ve gönüllü olduğunda meşrudur.

Geri Gönderme Merkezleri kapatılmalı, gözaltı uygulamasına son verilmelidir.

Hiçbir göçmen, yalnızca kimliğinden ötürü özgürlüğünden mahrum bırakılamaz. GGM’ler sistematik hak ihlallerinin mekânı haline gelmiştir buna son verilmelidir

Eşit yurttaşlık ve temel haklar sağlanmalıdır.

Mülteciler; sağlık, eğitim ve barınma hakkına erişebilmeli, sigortalı ve güvenceli çalışabilmelidir. Ayrımcılıkla mücadele için hem hukuki düzenlemeler de hayata geçirilmelidir.

Mülteci işçilerle yerli işçileri karşı karşıya getiren sömürü düzeni yerine, ortak hak mücadelesi yükseltelim!

Seyit Aslan

Emek Partisi Genel Başkanı

Paylaş: